2010-12-20

Cuma Selamlığı

Cuma Selamlığı


Osmanlı pâdişâhlarının Cumâ namazına gittikleri ve namazdan dönüşleri sırasında yapılan merasim.

Yavuz, Sultan Selîm Han’dan itibaren Osmanlı sultanları aynı zamanda İslâm halîfesi de oldukları için Cumâ namazına ayrı bir ehemmiyet verirlerdi. Cuma namazının kılındığı, hutbenin verildiği câmilerin bütün müslümanlara açık olması; hükümdarın halkla temasının sağlanarak derd ve dileklerin bizzat pâdişâha ulaşmasını sağlıyordu.

Pâdişâhlar, sultan İkinci Abdülhamîd Han’a kadar câmilere ata binerek selâmlığa giderlerdi. Rahatsızlığından dolayı, sultan Abdülhamîd Han’ın saltanat arabası ile Cumâ’ya gitmesinden sonra atla gitme terkedildi.

Cuma selâmlığı merasiminde; askerî, mülkî ve ilmiye sınıfından pekçok kimseler bulunur; her sınıf askerden birlikler iştirak ederek namazdan sonra pâdişâhın önünde resmî geçitte bulunurlardı. Askerini seven, yüzyıllar boyu serhat boylarında zafer haberleri gönderen atalarını yâd eden halk, bu merasimleri büyük ilgi ile tâkib ederdi. O gün sokaklar bayram günleri gibi dolup taşardı.

Selâmlıklara bütün şehzâdeler, bâzı yaverler, tüfekçiler ve hünkâr çavuşları katılırdı. Selâmlığın hangi câmide yapılacağı bilinmediği için, sultan Abdülhamîd Han zamanında Yıldız Sarayı’nda toplanırlar orada irâdeyi bekler, pâdişâh çıkınca onunla birlikte hareket ederlerdi. Bu esnada alkışçı tâbir olunanlar şöyle söylerlerdi: “Uğurun hayır ola, yaşın uzun ola, yolun açık ola, saltanatına mağrur olma pâdişâhım senden büyük Allah var.”

Son devirde otuz üç sene pâdişâhlık yapan sultan Abdülhamîd Han’ın selâmlıkları hiç aksatmadığını, câmide dert ve sıkıntısı olanların arzuhallerini alıp yaptırdığını târihî kaynaklar belirtmektedir. Sultan Abdülhamîd Han namaz kılıp kılmamak hususunda kimseye mecburiyet koymadığı gibi, baskıda da bulunmazdı. Yalnız veliahdların namaz kılmalarını ister, kılmayanları da îkâz ederdi.

Selâmlık resmini seyir için gelen halk uzaklarda dururdu. Pâdişâhı çok uzakdan da olsa görmeyi arzu eden halk, büyük bir kalabalık teşkil ederdi. Ecnebiler ise; bunlardan sefirler için mâbeyn dâiresinin önünde set üzerinde kapalı bir yer tahsis olunur; burada izzet ve ikrâmda bulunulurdu.

Hünkâr, selâmlık için İstanbul’un bütün meşhur câmilerini dolaşırdı. Halkın değişik câmilerde sultânı görebilmeleri dert ve şikâyetlerini dinleyebilmeleri için Sultan Selîm, Fâtih, Sultan Ahmed, Bâyezîd, Ortaköy’de Mecidiye câmilerinden, Beylerbeyi Câmii’ne kadar giderlerdi. Cumâ selâmlığından sonra, Balmumcu çiftliğine; Ihlamur ve Zincirlikuyu köşklerine, arasıra saltanat kayığı ile Beylerbeyi’ne geziler yapılırdı.

Sultan dördüncü Mehmed Han’ın, 7 Nisan 1672 senesi Cuma günü Edirne’de Selimiye Câmii’ne Cuma namazı kılmak için giderken yapılan Cuma selâmlığı merasimini Galland adlı meşhûr bir Avrupalı da görmüştür. Bu Avrupalı, gördüğü Cuma selâmlığını tasvir ederken şöyle demiştir: “... Hoş bir manzara teşkil eden uzun konvoylardan sonra, Pâdişâh göründü. Gümüş renginde bir ata binmişti. At yavaş yavaş yürüyordu... Pâdişâh bu nizamla, Sultan Selîm Câmii’ne kadar gitti. Câmi’nin kapısında, rum ve ermeni olmak üzere on bir erkek, üç kadın ve üç çocuk, pâdişâh’a müslüman olduklarını söylediler. Pâdişâh bunu memnuniyetle ve takdirle karşıladı. Cuma namazından dönüşte, bir kadın, Pâdişâh’a bir arzuhal takdim etti. Pâdişâh bunu alıp okumak için durdu. Bizim Fransız sefareti erkânının bulunduğu yere gelince, bir vatandaş daha istida (dilekçe) sundu. Fakat bu kişi kalabalık sebebiyle Pâdişâh’a yaklaşamadı. Bir kapıcıbaşı bu istidayı almak üzere atından inip yanına gitti... Dönüşümüzde yolda şehirden ve saraydan pek çok top atıldı.”

İkinci Abdülhamîd Han bir Cuma selâmlığına çıktığında, Sultân’ı görmek isteyen yabancılar da kendilerine tahsîs edilen tribünden seyrediyorlardı. Bir defasında yabancılar arasında meşhur Fransız artisti Sara Bernardt Abdülhamîd Han’ı görmek için geldiği tribünden, Pâdişâh’ın geçmekte olduğunu görünce; “Abdülhamîd vurulmaz diyorlar, hâlbuki buradan bir tabanca ile pekâlâ vurulabilir” demiştir. Bu söz, Abdülhamîd Han’ın kulağına kadar ulaşır. Bunun üzerine Abdülhamîd Han kapalı tribünleri açtırmıştır. Böylece yabancılar Cuma selâmlığı merasimi ve pâdişâhı açık tribünlerden seyretmişler ve pâdişâhın cesaretini görmüşlerdir.

BOMBA HÂDİSESİ!..
Pâdişâhlığı müddetince devamlı Cuma selâmlığına çıkan Abdülhamîd Han, 21 Temmuz 1905 senesi Cuma namazı için Yıldız Câmii’ne gittiğinde, târihde Bomba hâdisesi denilen suikast yapılmıştır. Ermeni komitacıları, Abdülhamîd Han’ı şehîd etmek için haftalarca tâkib edip, Sultân’ın câmiden çıkıp kaç dakikada arabasına gittiğini tesbit ederek, araba içine yerleştirdikleri yüz kiloluk saatli bombayı buna göre ayarlamışlardı. Abdülhamîd Han, o gün namazdan sonra hünkâr mahfilinden inerken, şeyhülislâm Cemâleddîn Efendi ile beş-on saniye ayak üstü bir şeyler konuştu. Böylece Ermeni komitacılarının hesapları altüst oldu. Pâdişâh, hünkâr mahfilinin merdivenleri üzerinde iken, arabaların bulunduğu yerde müthiş bir bomba patladı. Birdenbire bir panik çıktı. Cuma selâmlığı için toplanan büyük kalabalık şaşkına dönüp sağa sola kaçıştı. Abdülhamîd Han bu panik sırasında hünkâr mahfilinin merdivenleri üzerinde cesur, vakarlı ve heybetli bir şekilde dimdik ayakta duruyordu. Bulunduğu yerden binlerce kimsenin bulunduğu kalabalığa ve yabancı diplomatlara o anda şöyle hitabetti: “Kendimce en büyük emel, ahâlinin rahat ve mes’ud olmasıdır. Bu uğurda, gece-gündüz nasıl çalışıldığı ve gayret gösterildiği malumdur. Gayret ve hüsni niyyetimin tarafillah (Allah tarafından) mükâfatı, şu hâdiseden, Hıfz-ı Hüdâ (Allahü teâlânın korumasıyla) emin olmaklığımdır (kurtulmamdır). Onun için cenâb-ı Hakk’a şükür ve hamd ederim. Müteessir olduğum bir şey varsa, asker evlâdlarımdan ve ahâliden bâzılarının telef ve mecruh olmalarıdır (yaralanmaları ve ölmeleridir). Buna ilel ebed teessüf ederim (üzülürüm). Tebeamın hakkımda göstermiş oldukları hissiyata bütün samimiyetimle memnuniyetimi beyân eyler, âfât-ı semâviyye ve erdiyyeden (âfetlerden) masuniyetleri (muhafaza edilmeleri) için duâ ederim.”

Abdülhamîd Han bu konuşmasını takiben bâzı emirler verdikten sonra sert ve vakur adımlarla bulunduğu yerden arabasına yürüdü ve bindi. Atların dizginlerini eline alıp arabayı sürdü. Yerli yabancı binlerce insanın arasından saraya doğru giderken, orada bulunanlar; “Yaşasın Sultan!” diye bağırarak, Abdülhamîd Han’ın büyük cesareti karşısında hayranlıklarını dile getirdiler.

-------------------------------------------------

1) Osmanlı Devletinin Saray Teşkilâtı; sh. 65

2) Rehber Ansiklopedisi; cild-3, sh. 251

3) Büyük Türkiye Târihi; cild-8, sh. 66

4) Yıllar Boyu Târih dergisi; sene-1982, sayı-8, sh. 50

5) Osmanlı Târih Deyimleri; cild-1, sh. 304

6) Türkiye’de Meârif Târihi; cild-3, sh. 1052

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Bu ay öne çıkanlar