2010-08-31

GENERALLERİN TERÖRİST AKRABALARI

Yakınları terör sanığı paşalar


Vakit şok bir listeye ulaştı. Listeye göre TSK bünyesinde general, albay ve daha başka rütbelerdeki onlarca subayın PKK, Dev-Yol, TKP/ML ve DHKP/C gibi terör örgütüne üyelikten yargılanan akrabaları var...

Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ`un oğlu Murat Başbuğ`un Hasan Lala adlı bir PKK sanığı ile arkadaşlığıyla ilgili “Başbuğ`un oğlu PKK sanığı ile” başlıklı haberi gündeme bomba gibi düşen Vakit, şimdi de bir şok listeye ulaştı.

Listeye göre, TSK bünyesinde general, albay, yüzbaşı rütbesinde onlarca subayın PKK, Dev-Yol, TKP/ML gibi terör örgütlerine üye akrabaları var. Vakit`in ulaştığı listede, hangi subayın hangi yakınının hangi yasadışı örgüt üyesi olduğu sıralanıyor. Listede bu subay yakınlarının TC numaralarının yanı sıra, tüm yasadışı faaliyetlerine dair bilgi yer alıyor. Listede 10`a yakın general, onlarca albay ve çok daha fazla sayıda binbaşı, yüzbaşı ve başçavuş rütbesinde subay ve astsubayın adı geçiyor. PKK`dan Dev-Yol ve TKP/ML`ye kadar pek çok terör örgütü isminin geçtiği listede, subayların bu kişilerden kimisi kardeşi, kimisi eniştesi, kimisi kuzeni… Bu subay akrabalarının birçoğu PKK üyeliğinden hüküm giymiş. Ve daha neler neler…

BU İSİMLERE GÜVENLİK SORUŞTURMASI YAPILMIYOR MU?

Subay ve astsubayların uzaktan akrabalarının bile didik didik araştırıldığı; bu araştırmalar neticesinde binlerce subay ve astsubayın “irticai faaliyet”ten yargısız sualsiz ihraç edildiği TSK`da, yasadışı sol ve bölücü örgütlerde görev alan akrabaları bulunan personel hakkında ne gibi işlem yaptığı sorgulanıyor. http://isbirlikcilericimizde.wordpress.com/ adresli internet sitesinde yayına konulan listede adları yer alan subaylar ile subayların yakınları oldukları iddia edilen kişiler şöyle:

TÜMGENERAL TEVFİK ÖZKILIÇ`IN YAKINLARI

Bacanağı Cemil Polat: Terör örgütü PKK`ya yardım ve yataklıktan gözaltına alınmış, teröristbaşının avukatı sıfatıyla duruşmalara katılmış.


TUĞGENERAL ALPARSLAN ERDOĞAN`IN YAKINLARI

Dayısının oğlu Adil Korkmaz: Yasadışı Dev-Genç örgütü üyesi. Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 1 Nolu Askeri Mahkemede yargılanmış.

Eşinin kuzeni Zümrüt Öztürk: Yasadışı TKP/ML örgütü üyesi.

Eşinin kuzeni Güneş Terzi: TÖBDER üyesi olan Güneş Terzi, görev bırakma, izinsiz gösteri düzenlemek, kamu düzenini bozmak ve çeşitli ideolojik faaliyetlerinden dolayı Sıkıyönetim Komutanlığı Erzurum 1 nolu Askeri Mahkemede yargılanarak hapis ve ağır para cezasına çarptırılmış.

Bacanağı Yavuz Usanmaz: HADEP Ardahan İl başkanlığı yapmış, hakkında terör örgütü PKK sempatizanı olmak, örgüt militanlarına yardım ve yataklık etmek, örgüt adına köy komiteleri ve meclisleri oluşturmak suçlarından dolayı Ardahan Cumhuriyet Savcılığı`nca yasal işlem yapılmış.

Eşinin kuzeni İbrahim Ekinci: 15 yıl hapse mahkûm olan bir TKP/ML mensubu.



TÜMGENERAL ALAEDDİN ÖRSAL`IN YAKINLARI

Yeğeni Osman Örsal: Yasadışı terör örgütü THKP/C üyesi. Çeşitli cezalara çarptırılmış bir isim.

İbrahim Ulvi Demirel: Yengesinin kardeşi. Terör örgütü PKK`ya yardım ve yataklıktan hakkında yasal işlem yapılmış bir isim.



TÜMGENERAL ÜMİT ŞAHİNTÜRK`ÜN YAKINLARI

Amcaoğlu Metin Şahintürk: Yasadışı TDKP / DEV-SOL örgütü üyesi. Yasadışı TDKP örgütüne üye olmak, mevcut anayasal düzeni değiştirmeye yönelik faaliyetlerde bulunmak suçundan Zonguldak Kdz. Ereğli ilçesinde gözaltına alınmış.

Amcaoğlu Sedat Şahintürk: Yasadışı DHKP/C – DEV-SOL militanı. 1986 yılı içersinde DHKP/C davasında göz altına alınmış.

Bir diğer amcaoğlu Zafer Şahintürk: DEV-SOL örgütü militanı. 5 yıl ağır hapis cezası ile cezalandırılmış.

Halaoğlu Mehmet Fatih Sönmez: Çeşitli tarihlerde Adana ve diğer illerde adam öldürmek, silahlı eylem yapmak, banka soymak, bomba atmak, bildiri dağıtmak, bombalı pankart asmak, ideolojik maksatla adam kaçırmak suçlarından Adana Synt. Kom. lığı askeri mahkemesince ömür boyu hapse mahkûm edilmiş.



TÜMGENERAL NAZIM ALTINTAŞ`IN YAKINLARI

Gülçin Akyüz: Kuzeni. Yasadışı MLKP/KGÖ örgüt yanlısı.

Yunus Dillioğlu: Annesinin amcaoğlu, 5 yıl hapis alan bir TKP örgütü üyesi.

Emrullah Dillioğlu: Annesinin amcaoğlu, anayasal düzeni yıkma amacında olan TKP ve Dev-Sol terör örgütü üyesi. Birçok kez tutuklanmış.

Haydar Ülker: Annesinin dayıoğlu, anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmeye kastetmekten 5 yıl hapis cezası alan THKP/C örgüt mensubu.

Hayriye Ülker: Annesinin dayı kızı, yurtdışına çıkışı yasaklanan DHKP/C terör örgütü üyesi.

Mahmut Yoloğlu: Dünürü, PKK uzantısı AlaRızgari örgütü üyeliğinden sorgulanmış bir isim.



TÜMGENERAL RAİF AKBAŞ`IN YAKINLARI

Yeğeni Fehime Bahçecioğlu: Suriye adına casusluk yapan Ecevit Bahçecioğlu`nun yengesi. THKP/C üyesi Ecevit Bahçecioğlu, aynı zamanda HADEP delegesi.

Yengesinin kardeşi Münir Hocaoğlu: İdam cezasına çarptırılan THKP/C mensubu.

Salih Tümkaya, halasının damadı: Yasadışı MLKP örgütü adına Hatay-İskenderun`a bağlı belde ve köylerde çeşitli bildiri ve afiş dağıtmaktan gözaltına alınmış.

Meriç Mirioğlu, yeğeni: Bölücülük yaptığı gerekçesiyle kapatılan Anadolu Üniversitesi Yeni Öğrenci Derneği üyesi.

TUĞGENERAL HÜSMEN AKDENİZ`İN YAKINI

Kuzeni Osman Arda: Yasadışı sol örgütlerden Dev-Sol adına yürüttüğü faaliyetlerden ötürü birçok kez soruşturma geçirmiş.



TUĞGENERAL ÜNAL AKBULUT`UN YAKINLARI

Nuran Akbulut, yengesi: 12 Eylül öncesi ideolojik olaylara karışmış, 28.11.1978 tarihinde ideolojik nedenle darptan Cumhuriyet Savcılığınca hakkında yasal işlem yapılmış.

Muzaffer Atasoy, kuzeni: Devrimci Öğretmenler Grubu mensubu. Amasya Gümüşhacıköy Asliye Ceza Mahkemesinde yargılanarak ağır para cezasına çarptırılmış.

Bekir Kaya, kuzeni: Yasadışı THKP/C örgütünün uzantısı olan Dev-Sol mensubu, örgütsel faaliyetlerinden dolayı 27.11.1980 tarihinde Sıkıyönetim Komutanlığınca tutuklanmış ve Askeri Mahkeme`de yargılanmış.

Muharrem Akbulut, kuzeni: 12 Eylül öncesi ODTÜ öğrencisi olup ODTÜ`deki anarşi olaylarına karışmış ve bundan dolayı da 12 Eylül sonrası Sıkıyönetim Komutanlığınca gözaltına alınmış bir isim.

Güner Kizir, kuzeni: Yasadışı TDKP örgütü mensubu. PKK örgütü lehine slogan atıp ateş yakanlar arasında yer almış.

Hüseyin Alpaslan, kuzeni: Yasadışı THKP/C Dev-Yol örgütü mensubu. Amasya Gümüşhacıköy Sulh Ceza Mahkemesinde yargılanarak ağır para cezasına çarptırılmış.

Yaşar Akça, kuzeni: TÖBDER üyesi olarak 24.08.1979 tarihinde güvenlik kuvvetlerine taşlı, sopalı, silahlı saldırıda bulunmak ve slogan atmaktan dolayı hakkında yasal işlem yapılmış.

İsmail Alpaslan, kuzeni: THKP/C mensubu.

Aşur Yılancı, kuzeni: Devrimci İşçi Köylü Gençlik Derneği üyesi olup 25.10.1978 ve 26.02.1979 tarihlerinde ideolojik darptan tutuklanmış.

Vaner Alkaç, kuzeni: Yasadışı THKP/C Dev-Yol örgütü mensubu.

Canan Doğan, kuzeni: Yasadışı TKP/ML örgütü mensubu.

Gürsel Karadağ, yengesinin amcası: Yasadışı THKP/C Dev-Yol örgütü üyeliğinden hakkında yasal işlem yapılmış.

Subay ve astsubayların uzaktan akrabalarının bile didik araştırıldığı, bu araştırmalar neticesinde onlarca, yüzlerce subayın “irticai faaliyet”ten sorgusuz sualsiz ihraç edildiği TSK`da, nasıl oluyor da akrabaları terör örgütlerinde yer alan personel için bir işlem yapılmıyor?..

Diğer komutanların yakınları



ALBAY ABDÜLNACİ GERÇEK`İN YAKINI

Mustafa Düzgün, eşinin amcası: Terör örgütü PKK üyesi.



ALBAY ABUZER TAŞTAN`IN YAKINLARI

Halil Taştan, amcaoğlu: PKK`nın dağ kadrosundan.

Ali Taştan, amcaoğlu: PKK`nın dağ kadrosundan.

Mehmet Emin Taştan, amcaoğlu: PKK`nın dağ kadrosundan.



ALBAY AYTEKİN TURAN`IN YAKINI

Dayısı Servet Yaşar: PKK terör örgütü üyesi.



ALBAY BEKİR İGAN`IN YAKINLARI

Dayısı Nusret Ülker: Terör örgütü PKK üyesi.

Kuzeni Nusret Bakış: Terör örgütü PKK üyesi.



ALBAY HAŞMET REFİK OKUTAN`IN YAKINI

Kardeşi Hüdaverdi Okutan: Dev-Yol üyesi.



ALBAY KUBİLAY BALOĞLU`NUN YAKINI

Eniştesi Burhan Çiftçi: Terör örgütü PKK üyesi.




ALBAY RAFET YAVUZ`UN YAKINLARI

Eniştesi Tacettin Öztürk: PKK üyesi, ağır hapis cezaları almış.

Eniştesi Serhat Öztürk: PKK üyesi, çeşitli bombalama olaylarına karışmış.



ALBAY SERVET HERDEM`İN YAKINI

Kardeşi İhsan Herdem: Dev-Sol üyesi.



ALBAY SEYFETTİN ERYILMAZ`IN YAKINI

Eniştesi Süleyman Yelim: Terör örgütü PKK üyesi.



ALBAY ZAFER KARAKÜTÜK`ÜN YAKINI

Cemal Kılıç, kuzeni: Yasadışı Dev-Yol üyesi.



ALBAY İBRAHİM BACAK`IN YAKINI

Kuzeni Dursun Bacak: Terör örgütü PKK üyesi.



ALBAY İLKER HANÇER`İN YAKINI

Eniştesi Aziz Koç: Yasa dışı Dev-Sol üyesi.



ALBAY MEHMET BAHADIR URHAN`IN YAKINLARI

Eniştesi Fadıl Ay: PKK üyesi.

Eski eşi Zekiye Urhan: Terör örgütü PKK`nın İzmir`deki yapılanmasında önde gelen isimlerden, kağıt üzerinde boşanmışlar, ancak aile hayatlarını sürdürdükleri iddia ediliyor.



ALBAY CABİR DENİZ SEYRAN`IN YAKINI

Kardeşi Ali Seyran: PKK üyesi. 1918SA/33 : S : Kaçakçılığın men ve takibine dair kanun kapsamında ağır para cezasına çarptırılmış.



ALBAY NUSRET HATIRNAZ`IN YAKINI

Yeğeni Devrim Hatırnaz: DHKP/C üyesi.



ALBAY İ.HAKAN AKMAN`IN YAKINI

Kuzeni İlhan Kamil Turan: THKP/C ve DEV-YOL üyesi.



BİNBAŞI İSMAİL ERSÖZLÜ`NÜN YAKINLARI

Karısının dayısı Hüseyin Erbil: PKK üyesi.

Kayınvalidesi Fidan Özbey: PKK üyesi.



ALBAY ÇETİN ÖZBEK`İN YAKINI

Abdulaziz Karabağ, kuzeni: Çeşitli bombalama olaylarına karışan PKK üyesi.



HAK. KD. ALB. ALI RIZA BILDIK`IN YAKINI

Amcası Şeyho Bildik: PKK üyesi olmaktan Adıyaman Cumhuriyet Başsavcılığı`nca tutuklanmış. Şeyho Bildik aynı zamanda Adıyaman HEP merkez ilçe teşkilatı üyeliği de yapmış. Ayrıca, THKO örgüt mensuplarına Malatya bölgesinde silah temin etmekten ve bunların faaliyetlerine iştirak etmekten dolayı yakalanarak tutuklanmış.

Kuzeni Keko Aykut: TKP/ML sempatizanı. Keko Aykut, yasadışı TKP/ML-TİKKO örgütü üyesi olmaktan tutuklanmış.

Eşinin amcası Hasan Abuş: PKK`nın dağ kadrosunda görev yaparken daha sonra şehre inerek dağ ile irtibatı sağlayan şehir kadrosu militanlarından.



YÜZBAŞI GÖKŞİN AYTÖRE`NİN YAKINI

Amcası Musa Alkaş: PKK üyesi.



VAKİT

İslam’a Açılan Savaş

Bu ülkede yakın tarihte İslâm’a ve Müslümanlara karşı büyük düşmanlıklar, saldırılar, suikastlar, hıyanetler yapılmıştır.




* Birincisi: İslâm büsbütün kaldırılmak, halk Protestan yapılmak istenmiştir. Merhum Kâzım Karabekir Paşa buna karşı çıkmış, halk bizi parçalar demiştir. 1950’li yıllarda merhum üstad Eşref Edib beyin yayınladığı Sebilürreşad dergisinde bu konu ile ilgili bir yazı okumuştum. (Sebilürreşad’ın Latin alfabesi ile çıkan 15 ciltlik koleksiyonunun endeksi yapılmış ve basılmıştır. Arzu edenler zikr ettiğim makalenin bibliyografik künyesini orada bulabilir.)



* İkincisi: İslâm büsbütün kaldırılamazsa, dinde reform yaparak onu bozmak, tahrif etmek istemişlerdir.



* Üçüncüsü: Din eğitimi veren bütün okulları, fakülteleri kapatmışlar ve Müslümanları cahil bırakmak istemişlerdir.



* Dördüncüsü: Dini, dinî müesseseleri oligarşik düzenin baskısı ve kontrolü altına almışlar; din, inanç, vicdan, inandığı gibi yaşamak hürriyetini son derece kısıtlamışlardır.



* Beşincisi: Onbinlerce tarihî camiyi, medrese binasını, vakıf malını satmışlar, kiraya vermişler, yıkmışlar, tahrip ve yok etmişlerdir. (Yakın Tarihte Cami Kıyımı adlı kitabımda bunların bir kısmı yazılıdır.)



* Altıncısı: İslâm’ı cepheden saldırarak yıkamayacaklarını anlayınca 1950’lerde “Biz bu işi mihraptan halledeceğiz” diyerek dini içinden çökertmek için şeytanî planlar yapmışlardır.



Zamanımızda maalesef Müslüman postuna bürünmüş birtakım kötü niyetliler ve sapıtmışlar dini bozmak, tahrif etmek ve Müslümanları şaşırtıp sapıtmak için gece gündüz çalışıyor.



(1) “İslâm tek hak din değildir, öteki dinler de haktır. Onların mensupları da cennete girecektir. Üç ibrahimî din vardır...” diyorlar. Onların bu söyledikleri Kur’an’a, Sünnete, icmâya aykırıdır. Apaçık bir gerçeği “örtmek”, gizlemek ve inkar etmektir.



(2) Bu fesat komitaları işi o kadar azıtmışlardır ki, toplantılarda mevlit ve ilahî okuduktan sonra Hıristiyan âyini yaptırıyorlar ve ardından birtakım bedbaht Müslümanları Tevhid dininden Teslis dinine geçiriyorlar. Öyle ya, nasıl olsa hepsi cennete girecek değil mi?



(3) İlahiyat fakültelerinde öyle öğretim görevlileri vardır ki, İslâm’da tesettür diye bir şey yoktur. Başını örtmek bize Yahudilikten geçmiştir diyecek kadar aykırı görüşler ileri sürebiliyor.



(4) Son otuz yıl içinde, zındık komitalarının teşvik ve yönlendirmesi ile mezhepsizlik, fıkıh düşmanlığı almış yürümüştür.



(5) Birtakım yarı cahiller Sünnet’i ve hadîsleri darbeliyor, onlara uyan bazı zır cahiller de şaşkınlık ve sapıklık gayyalarına düşüyor.



(6) İslâm tarihinde bunca eimme-i müctehidîn, büyük fukaha, allâme, gerçek ulema, meşayîh, kâmil mürşidler, sâlihler, gavslar, kutublar varken; bazı ilahiyâtçılar Müslümanlara rehber, kurtarıcı, önder olarak Afganî, Abduh, Reşid Rıza gibi farmasonları, bozuk ve bulaşık kimseleri gösteriyor.



İslâm, Kıyamet’e kadar ALLAH’ın koruması altındadır. Binaenaleyh bizim dinimiz bundan önceki dinler gibi tahrif edilemez. Kur’an inzal edildiği şekilde elimizdedir. Resulullah Efendimizin mütevâtir, sahih hadîsleri elimizdedir.



İslâm dinini değiştirmek, reforme etmek, bozmak isteyenler, ana yoldan ayrılmış fırkalar olarak kalırlar, dini bozamazlar, Müslümanların çoğunluğunu sapıtamazlar. Peşlerine takılmış olanlar sapıtır ancak.



Bir Müslümanı, İslâm dininden çıkartıp başka bir dine sokan kimsenin kendisi de küfre düşmüş olur.



Son otuz kırk yıl içinde bu memlekette yüzlerce bozuk fırka (firak-ı dalle) ortaya çıktı. Yazık ki, bunları inceleyip ilmî kitaplar yazacak kudretli kelam uleması yok.



Dinde reformcular... Dinde değişim taraftarları... Üç ibrahimî din vardır, üçü de haktır diyenler... Ehl-i Kitab’ı cennete sokanlar... Bir kısım Kur’an ayetleri ve sünnet hükümleri tarihseldir, bu devirde geçerli değildir diyen Fazlurrahman fırkası... Mason Afganî’yi pîr ve mürşid kabul edenler... Mealciler... Ben de Müslümanım ama Şeriat’a karşıyım diyen akıl ve mantık fukaraları...



Hakikî tarikatları tenzih ederek söylüyorum: Maalesef ortaya bozuk tarikatlar da çıkmıştır.



İslâm’ı bozmak, tahrif etmek isteyenler bu işi niçin yapıyorlar?



Elimizde belge yok ama hariçteki birtakım zendaka ve fesat komitaları bu iş için yüz milyonlarca dolar para harcıyormuş.



Samimî, ihlâslı, temiz, tavizsiz Ehl-i Sünnet Müslümanlarına korkunç bir düşmanlık, kin ve nefret besleyenler, birtakım bozuk fırkaları el üstünde tutuyor ve onlara her türlü yardım ve desteği veriyor.



Zındıklar, onlarla işbirliği yapanlar. İslâm’ı bozup tahrif etmeye çalışanlar nereye gidiyorlar? Onlara sorarsanız cenneti garantilemişlerdir. Haçlı zünnarlı kıssislerle, kippalı zülüflü hahamlarla cennetin baş köşesinde keyif süreceklerini sanan bu gafillere, tuttukları yolun onları Ateş’e götürdüğünü nasıl anlatacağız?



Sevgili Müslümanlar!.. Dinden, Kur’an’dan, Sünnetten, fıkıhtan, dinimizin müttefakun aleyh ahkamından en ufak bir tâviz (ödün) bile vermeyelim. Dini olduğu gibi, bütünüyle koruyalım. Reformculuktan ateşten kaçar gibi kaçalım.



Hangi fırkadan olurlarsa olsunlar din sömürücüleri, din bezirganları, mukaddesat tacirleri çok kötü bir yoldadır.



Onların tuzaklarına düşmeyelim. Onlarla, yasal sınırlar içinde, en ufak bir fitne ve fesat bile çıkartmadan, en güzel ve uygun şekilde mücadele edelim.



ALLAH katında tek hak ve geçerli din İslâm’dır. Bu, Kur’an’la, Sünnetle, icmâ ile sabit temel bir gerçektir. Dinimiz, hak olmakta müşâreket (ortaklık) kabul etmez.



İslâm dini, BÜTÜN Peygamberleri (aleyhimüsselam) kabul eder.



İslâm dini, daha önce gönderilmiş olan BÜTÜN kutsal kitaplara inanmayı emr eder.



Hz. İsa’yı reddedenler Müslümanlarla bir olamaz.



Hz. Muhammed’i inkar edenler Müslümanlarla bir olamaz.



Kur’an’ı inkar edenler Müslümanlarla bir olamaz.



Kur’an bir bütündür. Onun bir parçasını veya bir kısmını inkâr eden tamamını inkâr etmiş gibi olur.



Birtakım câhilleri irtidat (dinden çıkartanlara) ve tanassur ettirenlere yazıklar olsun!



Para, benlik, riyaset hırsı, şöhret cinneti, fırka fanatizmi, cemaat asabiyeti birtakım kişilerin gözlerini nasıl karartmış...



Aman sevgili Müslümanlar, onların tuzaklarına düşmeyiniz. Ehl-i Sünnet dairesi içinde ayaklarınızı sımsıkı yere basarsanız (sâbit-kadem olursanız) selâmette kalırsınız


Mehmet Şevket Eygi
25.06.2008

İş Bankası Hilafet Bankası mıydı?

Hafızamızı tazeliyoruz durmadan. Üzerindeki külleri üfleyip eşeledikçe altından görünen yüz şaşırtıyor hepimizi. Hem tanıdık geliyor, hem yabancı. Büyüsü biraz da burada gizli galiba yakın tarih araştırmalarının. Yabancı bildiklerimizin aşina, aşina bildiklerimizin ise yabancı çıkması merakımızı tahrik ediyor.


Onun için tarihte dikkatli olmak gerek. Sloganlardan ve yaftalardan olabildiğince uzak durmak ve ‘Gerçekten de tarihte neler olmuş?’ sorusunu kulak arkası etmemek gerekiyor.

Alın size çarpıcı bir örnek: İş Bankası nasıl kuruldu? İçinizden, ‘Bunu bilemeyecek ne var? Atatürk kurdu işte’ diyenler çıkabilir. Bu ne acele efendim? Sakinleşin biraz. Bir kere İş Bankası’nın bir devlet bankası olmadığını unutmayalım. İki… Neyse. İş epeyce karışık. Baştan anlatalım öyleyse.

İş Bankası’nın kurucusu Celal Bayar Mayıs 1982’de çıkan İş Dergisi’ne verdiği bir mülakatta, “Biz bismillah dedik, işe koyulduk. Atatürk ‘Git Osmanlı Bankası’ndan 250 bin lirayı al, bu işe başla’ dedi” şeklinde anlatmıştır İş Bankası’nın kuruluş hikâyesini. Burada sorulması gereken soru, ‘İyi de Osmanlı Bankası’ndaki o 250 bin lira nereden gelmişti?’den başkası olursa tarih ofsayttan başını kurtulamaz. Nitekim Bayar aynı konuşmasında bu paranın kökeni hakkında yöneltilen soruya kaçamak cevap vermekte ve ‘böyle bir şeyi araştırmaya lüzum görmediğini’ söylemektedir.



4 nolu hesabın dökümünde Makbule Hanım, Hafız Yaşar ve İsmet İnönü'ye ödenen meblağlar.












Tuhaf gerçekten de. Merak damarları mı kurumuştur aklımızın acaba?

Bu konuda bize yardımcı olacak bilgiyi Atatürk’ün yakınlarından Hasan Rıza Soyak’ın hatıralarının 2. cildinde buluyoruz.

Soyak’a göre Hindistan Müslümanları, Mustafa Kemal Paşa’nın şahsına yaklaşık 500-600 bin lira tutarında bir para göndermiştir (yaklaşık 1 Sterlin = 7 TL). Paşa, bu paranın 500 bin lirasını Büyük Taarruz’dan önce ihtiyaçların karşılanması için Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa’nın emrine vermiştir. Zaferden sonra bu paranın 380 bin lirası İcra Vekilleri Heyeti kararıyla Atatürk’e iade edilmişti. Atatürk bu paranın “en faydalı bir şekilde nerede ve nasıl kullanılabileceğini” düşündü ve sonunda 250 bin lirasını İş Bankası’nın temel sermayesi olarak tahsis etti. (Soyak’ın eksik bıraktığını biz tamamlayalım: Yardım parasından 207 bin lirayı da aynı bankadaki 2 nolu hesaba yatırmıştı.)





"Türkiye İş Bankası Merkez-i Umumi" levhası.










Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Soyak’ın hatıralarından paranın kaynağını öğrendik ama yine de boşluklar kaldı.

Bir kere resmi olarak bilinen rakam, 125 bin sterlindir. Bu miktar, http://www.measuringworth.com adlı sitedeki hesaplamalara göre 2006 rakamlarıyla 11,7 trilyon TL’ye tekabül etmektedir. (Yardımları için Mustafa Özel ağabeye teşekkür.)

Şimdi bu ciddi meblağ sırf Milli Mücadele’ye yardım için mi gönderilmişti yoksa başka bir amacı mı vardı? O İcra Vekilleri Heyeti, yani Bakanlar Kurulu kararı neden bugüne kadar bulunamamıştır ve Mustafa Kemal Paşa’nın Bayar’a “Git, çek” dediği Osmanlı Bankası’ndaki hesabına ilişkin herhangi bir kayda niçin rastlayamıyoruz? Bu bir ‘sırdaş hesap’ mıydı? Öyleyse neden gizliydi? (Bu soruları benden önce sağolsunlar bizzat İş Bankası’nın yayınladığı “Türkiye İş Bankası Tarihi” adlı kitabın yazarları sormuşlar. Kıskandım tabii ama objektiflikleri için de kendilerine minnettarım.)

Solcu aydınlarımız yıllardır ‘Ruslar bize yardım etmeseydi Kurtuluş Savaşı’nı biraz zor kazanırdık’ dediler ama biz sustuk nedense. İslam dünyasından ve Hindistan’dan gönderilen yardımlar konusunda dedikodulara veya savunma psikolojisiyle yazılmış eserlere değil de, analitik bilimsel çalışmalara ihtiyacımız var. Yine de bazı eserlerde bölük pörçük bilgilere rastlıyoruz.




1929’da İş Bankası Yenicami şubesinde çalışan kadın memurlar. Başlarının kapalı oluşuna dikkat.








Mesela sahasında ilk çalışma olan Alptekin Müderrisoğlu’nun “Kurtuluş Savaşı’nın Malî Kaynakları”nda Hint Müslümanlarının yardımlarına ayrılan özel bölüm epeyce aydınlatıcı bilgiler veriyor.

1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı topraklarının işgali, işgalci kuvvetlerin Müslümanlara zulümleri ve Halife’nin Hıristiyan devletlerin elinde esir konumuna düşmesi, Hint Müslümanlarını harekete geçirmiş ve İngiltere’ye baskı yapmak amacıyla çeşitli dernekler kurmuşlardı. İşte bu derneklerin çabalarıyla Halifeyi kurtarmak üzere 875 bin lira Ankara’ya ulaştırılmıştı. (Başka yardımlar da yapıldığı ve yollarda heder edildiği sır değil.)

İşin ilginç yanı, bu para yardımının Maliye Bakanlığı kayıtlarına yansımamış ve Hazine’ye girmemiş olması. Daha da ilginci, doğrudan doğruya Mustafa Kemal Paşa’nın emrine verilmiş ve Osmanlı Bankası’nda 1922 Ağustos’una kadar ‘faiz işletilmeden’ tutulmuş bulunmasıdır. “Kurtuluş Savaşı’nın büyük hazırlık döneminde çekilen türlü malî sıkıntılara rağmen, bu paraya el sürülmemiştir.”

Soruyoruz hep birlikte: Neden? Bu para İstiklal Savaşı’nda kullanılmak için gönderilmemiş miydi?

Nitekim zafer kazanıldıktan sonra kendisine iade edilen parayı yine Osmanlı Bankası’na yatıran Mustafa Kemal Paşa, Ağustos 1924’te İş Bankası kurulana kadar da orada tutmaya devam etmiştir.

Şimdi gelelim meselenin bam teline.

Bu para amacı doğrultusunda kullanılmış mıdır? Sizi bilmem ama bir Pakistanlı kalkıp bana, ‘Biz size bankanıza sermaye yapasınız diye mi bu parayı verdik?’ derse verecek cevabım yok. Aynı şekilde ‘Biz size o parayı Halifeyi kurtarmanız için verdik, siz gidip Halifeliği kaldırdınız. Öyleyse paramızı geri isteriz’ derse verecek cevabım yine yok.

Üstelik de Halifeyi kurtarmak üzere gönderilen bu paralar kuzu kuzu bankada yatarken Halife Abdülmecid bütçeden kendisine ayrılan ödeneğin azlığından şikayet edince kıyameti koparanlar, dahası Halifeyi apar topar yurtdışına sürenler de bizlerdik. Halifeyi ve hanedanı yurtdışına sürdük, güzel. O zaman Hint Müslümanlarına paralarını iade etmemiz gerekmez miydi? Ağa Han’ın yazdığı mektup meselesini bir de bu açıdan değerlendirmek uygun olmaz mı?

Müderrisoğlu, Mustafa Kemal’in savaş yıllarında yardım parasına dokunmamış olmasını, gerektiğinde onu geri göndermeyi düşündüğüne yorar. Diyelim ki, öyle. Peki 3 Mart 1924’te Halifeliği kaldırdığında neden geri göndermemiştir de, kız kardeşi Makbule Hanım’a oradaki bir hesabından maaş bağlatmıştır? Nokta mı, virgül mü? Siz karar verin.

Mustafa ARMAĞAN

Bu Adamlar Neden Ağlıyor?


Bu adamlar neden ağlıyorlar, bu gözyaşlarını ne için döküyorlar, gözyaşları ne zaman dinecek?
Onların göz yaşı dinince, gözyaşı dökme sırası bize mi gelecek?

Aselsan Mühendislerine Ne oldu?





2010-08-30

Hangisi Hain Sultan Vahideddin mi? Yoksa Mustafa Kemal Paşa mı?

Resmî tarihin Sultan Vahdettin saplantısı



Kemal Paşa,İstanbul’da kendi parasıyla çıkardığı "Minber" adlı gazetenin işgalci İngiliz kuvvetlerini tebrik edip,alkışlamış;17 Kasım 1918’de aynı gazetede çıkan söyleşisinde "İngilizlerden daha hayırhah (iyiliksever) bir dost olmayacağı" mesajını verdiğini de, ertesi gün çıkan Vakit gazetesinde ise "Britanya hükümetinin Osmanlılara karşı olan iyi niyetlerinden şüphe etmediğini" söylediğini ve dahi "muhataplarımızla [yani İngilizler, Fransızlar vd.] anlaşmak lazımdır" demiştir.



Karabekir'in hatıratında Vahdettin

Kazım Karabekir’in kitaplarının dahi sansüre uğradığını,yakıldığını bilmeyen yoktur!

Karabekir Paşa’nın Erzurum’a gitmeden önceki 11Nisan 1919 Sultan Vahidettin Han’la görüşmesi sırasında Sultan, "Paşa, ben ve millet sizlerden ümitliyiz... Hayır dualarım ve niyâzlarım sizinle beraberdir"demiş,Karabekir Paşa’da, "Kumandan ve asker evlatlarınızla bütün millet zât-ı şahaneleri etrafında bir kalp ve bir kafa gibi toplanabilir şevket-meâb."Görüşme bitip Karabekir Paşa dışarı çıktığında,Kemal Paşa onu heyecanlı bekliyordu ve sordu: “Neler konuştunuz? “Karabekir, Padişah'ın kendisini hayır dualarla yolculadığını anlatınca Kemal Paşa şu anlamlı tespiti yapar oracıkta: “Sen Erzurum'a yerleşince vatanın üç uç noktasında üç temel dayanak noktası teşekkül ediyor.”

Peki Kemal Paşa yukardaki sözünde ne demek istiyor?Çok açık: Vahdettin ve İstanbul hükümeti daha önce Cafer Tayyar Paşa'yı Edirne'ye, Ali Fuat Paşa'yı Ankara'ya gönderdikten sonra üçüncü büyük kozunu oynamış ve Karabekir Paşa'yı Erzurum'a tayin ettirmeyi başarmıştır. Böylece direnişin Edirne, Ankara ve Erzurum ayakları tamamlanmış, sıra bunları toparlayacak ve organize edecek bir genel müfettişliğe gelmiştir ki, bir ay sonra bu göreve olağanüstü yetkilerle padişahın yaveri olan Kemal Paşa atanacak ve 15 Mayıs 1919 günü yine Vahdettin'le görüştükten sonra dördüncü ve merkezÎ ayağı oluşturmak üzere Samsun'a doğru yola çıkacaktır.Nitekim bu görüşmeyi sonraları Falih Rıfkı Atay'a anlatan Kemal Paşa, Sultanın kendisine; "Şimdiye kadarki başarılarınızı unutun, asıl şimdi yapacağınız hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa, Paşa, devleti kurtarabilirsin"dediğini nakletmiştir. Öyleyse soralım: Bizzat Karabekir ve Kemal Paşa'nın ağzından yaptıkları anlatılan Vahdettin nasıl hain olabiliyor?




İngiliz gizli vesikaları ne diyor?


Kısa tutup daha da sıkmayacağız sizi. 14 Kasım 1918 günü Kemal Paşa, İngilizlerin Daily Mail Gazetesi'nin muhabiri G. Ward Price'ı aracı yaparak General Harrington'la görüşmek ister.Price,bu görüşmeyi şöyle aktarmakta; "Kemal Paşa, yapmak istediği bir teklif için Britanya resmi makamlarıyla nasıl temas edeceğini" bildirmemi rica etti. "Bu harpte yanlış cephede savaştık, dedi, eski dostumuz Britanyalılarla asla kavga etmek istemezdik... Biliyoruz, partiyi kaybettik... Anadolu'nun Müttefik Devletler tarafından işgal edileceğini tamamen biliyordum... Bu topraklar üzerindeki bir Britanya idaresinden o kadar hoşnutsuzluk gösterilmemesi gerektir."

Bu sözler vatanı İngilizlere peşkeş çekmek değil de nedir?



Kim kahraman, kim hain?


Kemal Paşa, bu topraklar üzerindeki İngiliz idaresinde bir vali olarak çalışmaya hazır olduğunu gazeteci aracılığıyla işgalci yetkililere şöyle iletecektir: "Eğer İngilizler Anadolu için sorumluluk kabul edecek olurlarsa Britanya idaresinde bulunan tecrübeli Türk valileri ile işbirliği halinde çalışmak ihtiyacını duyacaklardır. Böyle bir selahiyet dâhilinde hizmetlerimi arzedebileceğim münasip bir yerin mevcut olup olmayacağını bilmek isterim..."(1)

En iyisi son sözü, bir ara bakanlık da yapmış olan Hüseyin Cahit Yalçın'a bırakmak. Bakın yakın tarihimizdeki hain-kahraman düellosu hakkında bu tecrübeli kalem ne ibret-âmiz laflar söylemiş: "İzzet Paşa kabinesinde mütarekeyi [Mondros'u] imza eden Rauf [Orbay] Bey, bugün âdeta vatan haini oluyor. Çünkü Halk Fırkası'ndan çıkmıştır. İzzet Paşa kabinesinde mütarekeyi kabul eden ve imza etmesi için emir verenler arasında bulunan Fethi [Okyar] Bey ise bugün Millet Meclisi Reisi bulunuyor. Çünkü, henüz Halk Fırkası'na mensuptur. Bu ne mantıktır, bu ne ölçüdür, bu ne mutaassıp fırkacılık [particilik] hissidir?"(2) Tarih yalan söylemez; ama ona yalan söyletilebilir. Tabii yatsıya kadar...

(1): Price'ın Extra-Special Correspondent (Çok Özel Yazışmalar) adlı kitabından (1957, sayfa 104) aktaran Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri, Çeviren: Cemal Köprülü, Ankara 1991, Türk Tarih Kurumu Yayınları, s. 98.


(2): Aktaran: Rauf Orbay, Yakın Tarihimiz, cilt IV, İstanbul 1962, s. 180.


Bu Yazı Kadir Mısıroğlu'nun Resmi Facebook Sayfasından Alınmıştır.



4 Eylül 1936 İngiltere Kralı VIII. Edward'ı Dolmabahçe Sarayı rıhtımında karşılar iken
 
 
 
 
4 Eylül 1936 Mustafa Kemal İngiltere Kralı VIII. Edward ile İstanbul'u gezer iken

Türkün Yeni Amentüsü


(CHP nin tek parti ziyniyeti zamanında okutulan, Türk' ün yeni amentüsüdür. Hakimiyet i Milliye Matbaası'nda basılmış ve Geliri Tayyare Cemiyeti'ne bağışlanmıştır.Baskı tarihi:Ağustos 1928'dir.)

 
Kahramanlığın örneği olan ve vatanın istiklalini yoktan var eden Mustafa Kemal' e, onun cengaver ordusuna, yüce kanunlarına, mücahit analarına, ve Türkiye için ahiret günü olmadığına iman ederim.

İyilikle fenalığın insanlardan geldiğine, büyük milletimin medeni cihanda en büyük mevkii kazanacağına, hamaset destanlarıyla tarihi dolduran kudretli Türk ordusunun birliğine ve Gazinin Allah' ın en sevgili kulu olduğuna kalbimin bütün hulus-i kalbi ile şehadet ederim, eylerim.




Amentü Duası


Açıklama

Amentü, Türkçe'de "inandım", "iman ettim" demektir. İman esaslarını ifâde için kullanılır.



Arapça Orjinal Yazılışı

آمَنْتُ بِاللهِ وَ مَلاَئِكَتِهِ وَ كُتُبِهِ وَ رُسُلِهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَبِالْقَدَرِ خَيْرِهِ وَ شَرِّهِ مِنَ اللهُ تَعَالَى وَالْبَعْثُ بَعْدَ الْمَوْتِ حَقّ ٌ اَشْهَدُ اَنْ لآ اِلَهَ اِلاَ للهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّداً عَبْدُهُ وَ رَسُولُهُ



Okunuşu

Âmentü billâhi ve melēiketihî ve kütübihî ve rusülihî ve'l yevmi'l-â[k]hıri ve bi'l-gaderi [k]hayrihî ve şerrihi mine'llâhi teâlâ ve'l-ba'sü ba'de'l mevt(i) hagg Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve rasûlüh.



Anlamı

Ben, Allah-u Teâlâ'ya, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere; hayır ve şerrin Allah-u Teâlâ'nın yaratmasıyla olduğuna inandım. Öldükten sonra dirilmek de haktır. Ben, şehadet ederim ki, Allâh-u Teâlâ'dan başka ilâh yoktur. Ve yine şehadet ederim ki, Muhammed (s.a.v), Onun kulu ve peygamberidir.

Her şey Lozan’dan sonra oldu? Lozan’ da ne oldu?

Her şey Lozan’dan sonra oldu? Lozan’ da ne oldu?



Her şey Lozan görüşmeleri sırasında oldu. Bir çok kaynaklarda "gizli bir andlaşma ile Ismet Paşa'nın Ingilizlere Hilafeti kaldırma sözü verdiği" belirtiliyor. Yakın Tarih Ansiklopedisinde de bu tez bir çok belge ile teyid edilmektedir.



(Haham) Haim Nahum Efendi'nin bu yeni oluşumlarda büyük rolü olduğu görülüyor.. Daha sonra Mısır'a giderek Cemal Abdünnasır'ın danışmanları arasında yer alacak olan Nahum efendi projesini Amerika'da hazırlamış Amerikan ve Fransız entelijansı ile birlikte sonuçlandırmıştır.. Nahum efendi Ismet Paşa'nın Lozan'da yanından ayrılmamış ve Mustafa Kemal Paşa ile de İzmir Iktisat Kongresi esnasında görüşerek bu konuda görüş alışverişinde bulunmuştur.



Izmir Iktisat Kongresi yeni Turkiye Cumhuriyeti için bir dönüm noktasıdır. Ali Ihsan Sabis bu görüşmeden sonra askerlerin yorgun olduğu gerekçesi ile terhis edildiğini yazar. Lord Gurzon görüşmelerin sonunda Hilafetin kaldırılması ile sulhün (barışın) mümkün olabileceği mesajını verecektir.



Karabekir'in hatıralarında belirttiğine göre Nahum Batılı ülkelere "Türklerin Islami bünyesini değiştirerek onların Protestanlığı kabul etmelerinin kolaylaştırılacağını" anlatmıştır. Gerçekten de Lozan sonrası gelişmeler çok ilginçtir. Batılılara ve azınlıklara bir çok imtiyazlar verilirken okullardaki İslam tarihi Osmanlı tarihi kaldırılarak Yunan Medeniyeti tarihi konmuş Maarif Vekaleti Batı klasiklerini tercüme ettirerek ardından ders kitaplarını Yunan ve Batı düşüncesi doğrultusunda yenileyerek bu emele hizmet edilmiştir.



Yakın Tarih Ansiklopedisi'nin 3. cildinde yer alan(sayfa:62) bir belgeye göre Haim Nahum, (İngiltere temsilcisi)Gürzon'a "Siz Turkiye'nin mulki tamamiyetini(sınırlarını) kabul edin onlara ben Islamiyet'i ve Islam temsilciliklerini ayaklar altında çiğnetmeyi taahhüt ediyorum." demiştir.



Inönü Lozan kahramanıdır ve Halife sınır dışına gönderilmiştir. Tek Parti iktidarının İstiklal Mahkemeleri ve Takrir-i Sükun gibi iki önemli silahı vardır artık. Ve Turkiye Cumhuriyeti yeniden biçimlendirilmektedir. Bu kez Kurtuluş Savaşı ruhuna karşı yeni bir utopya devlet zihniyetine hakimdir.



Olaylar bundan sonra arkası arkasına gelişir. 3 Mart 1340 (1924) Tevhid-i Tedrisat.. Dini çevrelerde bir kıpırdanış. 20 Nisan: Turkiye devletinin dini din-i Islamdır.. Sistem Cumhuriyet Din Islam zahiren önemli bir değişiklik gözlenmiyor.



1 Şubat 1925 Şeyh Said isyanı. Ingilizler bir yandan Şeyh Said'i destekler görünüp öte yandan Ankara'yı Şeyh Said'e karşı kışkırtır. Devlet-şeriat hesaplaşması örgütlenmektedir... 29 Haziran 1925'de Diyarbakır'da 47 idam. 4 Mart 1925 Takrir-i Sükun kanunu... Ve ardından devrimler başladı. Şapka kanunu Türbe ve Zaviyelerin kapatılması.



2.5.1928'de 1924 Anayasasının 2. maddesi değiştirilerek "Türkiye devletinin dini din-i Islamdır" ibaresi çıkarıldı ve yerine de herhangi bir hüküm konmadı. Din yoktu artık. Allah adına yapılan yeminlerdeki "Vallahi" yerine "Namusum üzerine söz veririm" ibaresi kondu.



Aynı zamanda Anayasa'nın 26. maddesi de degiştirilerek TBMM'nin görevleri arasındaki seriat hükümlerinin yerine getirilmesine ilişkin hüküm de yok edildi.



Cumhuriyet'e Giden Yol

Abdurrahman Dilipak 1991

sayfa: 330-335

PKK Terörünün İçyüzü

1. Ülkemizde bir buçuk milyon Kripto(gizli) Ermeni vatandaşımız olduğu iddia ediliyor. Bunun kaçta kaçı militanlık yapıyor? Bu militanlar hangi kurumlarda ve sektörlerde yuvalanmış, kadrolaşmıştır? Şimdiye kadar neler yapmışlardır? Amaçları nedir? Kripto Ermeni militan ve aktivistlerinin PKK hareketiyle ilgileri var mıdır? Gayeleri nedir?




2. Yine bir buçuk milyon Kripto(gizli) Yahudi olduğu iddia ediliyor. Bunların da kaçta kaçı militandır? Neler yaptılar, neler yapıyorlar? Hangi temel kurumlara sızmışlar ve kadrolaşmışlardır? Son yüz yıllık tarihimizdeki ağırlıkları ne kadardır?



3. PKK gerçekten bir Kürt hareketi midir, yoksa Ermeni emperyalizminin ve Siyonizmin kurduğu bir hareket midir?



4. Üç bin (Beş bin diyen de var) Kürt köyünü haritadan silen, halkını süren ve perişan eden zihniyet Kürt halkının bir kısmını dağa çıkartmak için mi yapmıştır bu işi?



5. PKK terörünün ölü bilançosu 35-40 bindir. Bunların kaçta kaçını PKK öldürmüştür? Onun öldürmediklerini kimler öldürmüştür?



6. PKK terörünün gölgesinde şimdiye kadar kaç yüz milyar dolarlık uyuşturucu ticareti, kaçakçılığı, trafiği yapılmıştır? Bu işi kimler yapmıştır? Yapmaktadır?



7. PKK'ya, ordumuz için üretilen MKE mermilerini kimler vermiş veya satmıştır?



8. PKK terörü Kürtlere hürriyet ve adalet sağlamak için mi yapılıyor, yoksa Türkiyeyi parçalayıp Doğu ve Güneydoğu bölgemize ileride Ermeni nüfusu getirmek, bir de Eretz İsrail'i gerçekleştirmek için mi?



9. İsrail 1948'den bu yana Kürtlerle niçin çok yakından ilgilenmektedir? Bu konudaki gayesi nedir?



Yukarıda dokuz soru sordum. Bunların doğru cevapları bilinmedikçe PKK terörü asla anlaşılamaz. Bir kör döğüşüdür gider.
 
Mehmet Şevket Eygi


21 TEMMUZ 2010

Latin Yazısı Türk Yazısı Mıdır?

SORUYORLAR: Siz Arap mısınız ki, Türkçeyi Arap yazısıyla yazmak istiyorsunuz?


Cevap: Siz Latin misiniz ki, Türkçeyi latin harfleriyle yazmayı marifet sanıyorsunuz?

Latin harfleriyle Türkçe çok kolay okunup yazılıyormuş.

Yazının kolay olması, okunduğu gibi yazılması, yazıldığı gibi okunması bir halk ve bir kültür için iyi değildir.

İngilizceye bakalım: Konuştukları gibi mi yazıyorlar, yazdıkları gibi mi okuyorlar?

İngilizce belki de imlası en zor dildir. Lastik yazarlar kauçuk okurlar. Meşhur edipleri Shakespeare'i böyle yazıyorlar, Şekspir okuyorlar. İsland yazıyorlar, aylınd okuyorlar.

Fransızca konuşulduğu gibi mi yazılıyor?

Kolay bir alfabe bir toplumun zekasını dumura uğratır, aklını tembelleştirir.

Çince, yazı itibarıyla dünyanın en zor dilidir. Bu zorluk Çin çocuklarına azim, sabır, başarı, güç kazandırmaktadır.

Japonca da böyledir.

Dünyaya bakın:

Çin, Japonya, Hindistan, Kore, Arap dünyası, Gürcistan, Ermenistan, İsrail, Habeşistan... Daha nice ülke ve halk yazılarını kendi alfabeleriyle veya yazı sistemleriyle okuyup yazıyor.Bu yüzden geri mi kalmışlardır?

O çok sevdiğimiz İsrail niçin Latin alfabesine geçmedi.

Müslümanların yazılarını değiştirenStalin niçin Gürcülerin ve Ermenilerin millî yazılarına dokunmadı?

Bir milyarlık Hindistan o çetrefil Sanskrit yazısıyla ilimlerde, fenlerde, sanatlarda harikalar meydana getiriyor.

Türkler tarih boyunca en az on beş yazı çeşidini kullanmışlardır.

Bu on beş çeşit yazıdan en fazla İslam Kur'an yazısını kullanmışlardır.

Türkiye'nin tarihi, edebiyatı, toplumsal hafızası onların Arap yazısı bizim İslam Kur'an yazısı dediğimiz yazı ile kayda alınmıştır.

Türk dili için latin yazısı mı daha uygundur, yoksa İslam yazısı mı?

Bu kunuda ben bir şey söylemeyeyim. Kazanlı (Tataristan) Türkolog ve dilbilimci Âlimcan Şeref bey, 1926 Bakü Türkiyat kongresinde okumuş olduğu "Harflerimizin Müdafaası" adlı kitabında Arap alfabesinin Türk diline Latin alfabesinden daha uygun olduğunu ilmen ispat etmektedir. (Bedir Yayınevi, tel. 0212/519 36 18) Stalin bilahare bu zatı on sene zindanda çürütmüştür.

Latin yazısının Türkiye'yi, Türkleri, Türk kültürünü ilerlettiği, çağdaş uygarlık ufuklarına fırlattığı, ilim ve fenlere hizmet ettiği, edebiyatı, ilmi, irfanı geliştirdiği iddiası temelsizdir. Beyinleri ideolojik kuruntularla dumura uğramış demagoglara bunu anlatamazsınız.

25.07.2010

Mehmed Şevket Eygi

Türkiye Müslümanları Selanik Dinini Kabul Etmez

TÜRKİYE halkının dinî ve kültürel yapısı, millî kimliği Selanik dini ile asla bağdaşmaz ve uyuşmaz.


1909'dan bu yana halkımızı Selaniklileştirmek için çok ağır baskılar, işkenceler ve zulümler yapıldı, hattâ kan bile döküldü ama halk Selanik dinini kabul etmedi.

Çünkü Türkiye halkının büyük ve ezici çoğunluğu Müslümandır. İslam ile Selanik dini bağdaşmaz ve uyuşmaz.

Türkiye kimliğinin temel unsuru İslam'dır.

İslam elden giderse Türkiye de gider.

Türkiye'de, Osmanlı İmapratorluğundan kalma 78 etnik köken olduğu söyleniyor. Bunları birbirine bağlayan İslam'dır. İslam giderse Türkiye paramparça olur, dağılır, çöker.

Türkiye Moiz Kohen Tekin Alp dini veya ideolojisi ile ayakta duramaz.

Selanik dini veya ideolojisi Türkiyeyi bugünkü uçurumun kenarına getirmiştir.

Ülkemizi, devletimizi, halkımızı korumak istiyorsak, Selanik dini veya ideolojisini red ve terk etmek zorundayız.

Selanik dini resmî din olmaktan çıkartılmalı, özelleştirilmelidir. İnanan inansın, inanmayanlara ve kabul etmeyenlere baskı yapılmasın.

Selanik dini gizli bir dindir. Bu gizlilikten, iki kimliklilikten sıyrılmadıkça Selanik dini mensuplarına meşruiyet tanınamaz.

Kendilerini Müslüman gibi göstermesinler, "Biz Selanik dinine iman ediyoruz" desinler ondan sonra statüleri tartışılabilir.

Selanik dini mensupları, ülkenin ezici çoğunluğu, dominant unsuru olan Müslümanlar üzerindeki ağır baskılarını kaldırsınlar.

Müslümanların din, inanç, inançlarına göre bir hayat sürmek haklarını tanısınlar.

Müslümanların dinî eğitimini kısıtlamasınlar.

Müslümanları vesayet demokrasisi ile ezmekten vaz geçsinler.

Müslümanların lisanına, kültürüne, kimliğine, kıyafetine, yaşama tarzına karışmasınlar.

Müslümanların sosyal ve kültürel yapısına uymayan yabancı bir hukuku empoze etmekten vaz geçsinler.

Kur'an "Dinde zorlama yoktur" diyor. Bizim dinimiz bize, Selaniklilerin dini onlara...

Onların sayısı kesin olarak bilinmiyor ama yüzde bir civarında oldukları tahmin ediliyor. Yüzde bir azınlığın halk çoğunluğuna baskı yapması, eziyet etmesi, kan kusturması kabul edilebilir bir şey değildir.

Onlar, biz Müslümanların ezanına, ibadet diline, küçük çocuklarına vereceği din ve ahlak eğitimine bile zorbaca karışıyorlar.

Onlar Müslüman çoğunluğa ikinci sınıf vatandaş, sömürge yerlisi, zenci, parya, esir muamelesi yapıyorlar.

Onlar bu ülkenin gelirinin yüzde altmışını paylaşıyorlar, halkı sıkıntı içinde bırakıyorlar.

Onlar Müslümanların ahlaksız olmasını istiyor.

Onlar bu ülkeyi fuhuş, zina, işret, hırsızlık, talan, soygun, riba ile çürütmüşlerdir.

Onlar iffete, ahlaka, fazilete, hikmete savaş ilan etmiştir.

Onlar İslam'ı ve Müslümanları Türkiye için en büyük tehdit ve tehlike olarak görmektedir.

Artık yeter!..

İslam dini, kimliği, kültürü bize... Selanik dini, ideolojisi, kimlik ve kültürü onlara...

25.07.2010


Mehmed Şevket Eygi

İSLAMIN İLK SANCAĞI VE İLK SANCAKTARI

Resulullah (s.a.v.) Efendimiz’ Cenab-ı Hakk’tan hicrete izin çıktığı zaman maiyetlerinde Ebu Bekr-i Sıddık ile kölesi Amir bin Füheyre (radiyallahü anhüma) olduğu halde gizlice Mekke’den Medine’ye doğru yola çıkmışlardı.




Kureyş Kafirleri de Peygamber Efendimiz’i (s.a.v.) bulup getirene büyük mükafatlar vaad ettikleri için güzergahtaki kabilelerden bu vaadi duyanlar tamaha kapılıp yollarda taarruza hazırlanmışlardı.



Bunlardan Büreyde bin Husaybi (ki hicretin 62. Senesi Merv’de vefat etmiştir ve Horasan diyarında ahrete en son irtihal eden sahabidir.) Benû Sehm’den 70 süvari ile birlikte “belki rastlarım” diye çıkmıştı.



Karşılaştıklarında hidayet rehberi Peygamber Efendimiz (s.a.v.) : “Sana kim derler?” diye sormuşlar. “Büreyde” deyince Ebu Bekri Sıddık’a (r.a) dönüp: “Muhakkak bizim iş serinledi ve salah buldu” diyerek te’feül buyurmuşlardır. Sonra “Kimlerdensin” diye sualine “Eslem’denim” cevabını alınca “Selameti bulduk"  buyurmuşlardır.

Sonra “Eslem’in hangi kolundan” diye sormuşlar, “Benü Sehim’den” cevabını alınca “Ya Eba Bekir, senin sehmin, nasibin çıktı” buyurmuşlardır.



Ondan sonra sıra Büreyde’ye gelip, Rasülü Ekrem (s.a.v.) Efendimize “Ya sen kimsin” diye sordu. “Ben Abdullah’ın oğlu Muhammed’im Allah’ın Rasülüyüm” cevabını alınca kelime i şehadeti söyleyerek; bu kadar bozuk bir niyet ile çıkmışken kendisi de beraber getirdikleri de hep beraber iman ettiler.

Büreyde (r.a.) “Allahü Teala’ya hamd ü sena ederim ki, bizler zorla değil tav’an(isteyerek) Müslüman olduk” dermiş..



Ertesi gün Büreyde (r.a.) “Ya Rasülallah yanından liva(sancak) olmadan Medineye girmen münasip değildir” demiş ve başından sarığını çözüp mızrağının ucuna bağlamış Medine’ye girinceye kadar Livayı Muhammedi elinde olarak yürümüştür.

2010-08-29

Sabataycı Okullar ve Üniversiteler

Ülkemizde cemaat okulları, üniversiteleri, hayır kurumları bulunmaktadır. Meselâ:


Robert College Amerikan Evangelist misyonerlerinin okuludur.

İstanbul’daki Notre Dame de Sion Fransız Katolik okuludur.

Sabataycı cemaatin veya lobinin de okulları ve üniversiteleri vardır. Bunu inkâr etmek “Biz Atatürk okulları ve üniversiteleriyiz” demek gerçeği değiştirmez ki.

Heybeliada’daki Rum Ortodoks Ruhban Okulu’nda da baş köşede Atatürk resmi vardı. Atatürk resmî var diye o okul Atatürkçü mü olur?

Atatürk resmi olmayan bir tek İmam-Hatip okulu, İlahiyat fakültesi gösterebilir misiniz?

Evet ülkemizde Sabatay (Avdetî, Selanik dönmesi) okulları vardır. Bunların pîri Selanikli Şemsi efendidir. Şemsi efendinin asıl adı Şimon Zvi’dir. Ve kendisi gizli Sabataycı hahamıdır.

Sabataycı okulları ve üniversiteleri Atatürkçülüğe hizmet perdesi altında ne yaparlar? Sabataycılığa hizmet ederler. Kendi çocuklarını “iyi” yetiştirirler, Müslüman çocuklarını da kendilerine benzetmeye çalışırlar.

Sabataycıların Sabataycılığa hizmet etmeleri normaldir. Katolik Katolikliğe, Evangelist Protestanlığa, Bahaî Bahaîliğe, Yahudi Yahudiliğe hizmet eder.

Müslümanlar İslâm’a hizmet ederler mi? Maalesef hepsi hizmet etmez. Yahudiliğe, Nasranîliğe, misyonerliğe, Sabataycılığa hizmet eden nice Müslüman biliyoruz.

Türkiye’de Sabatay cemaatinin okul ve üniversiteleri vardır. Bu gerçeği kimse inkara yeltenmesin.

İşin vahim tarafı bu değildir. İmam-Hatip okulları ve İlahiyat fakülteleri dahil bütün Türkiye okullarında Sabataycılığın ağır baskı ve etkileri bulunmaktadır.

Bizdeki resmî millî eğitim Sabataycılığa uygun bir eğitimdir.

Resmî ideolojide haddinden fazla Sabataycılık tuzu biberi salçası bulunmaktadır.

Sabatay Sevi, Şimon Zvi, Moiz Kohen Tekin Alp ve daha nice Sabataycı ve Yahudi, modern Türkiye’nin kurucuları heyetine dahildirler.










Atatürkün ilk öğretmeni Şimon Zvi (Şemsi Efendi)







Bir alimler, araştırıcılar ekibi kurulsa ve bunlar sağlam bilgilerin ve belgelerin ışığında son iki yüz yıllık tarihimizin ihtilallerini, darbelerini, yeniliklerini, değişimlerini inceleseler bu dediklerim gün ışığına çıkacaktır.

Tevhid-i Tedrisat devrimi “Tevhidî Tedrisat”a karşı yapılmıştır.

Sayın Kültür Bakanımız “Heybeliada Rum Ortodoks Ruhban Mektebi” mutlaka açılacaktır dedi.

Peki soruyorum: İslâm medreseleri de açılacak mıdır?

Hiç sanmam. İslâm medreselerinin açılması Sabataycılığa aykırıdır.

Yazık! Şu İslâm memleketinde Sabataycılar kadar hürriyet ve haysiyetimiz yok.

(M. Şevket Eygi, Milli Gazete, 2009-07-22)

İşte Sen Busun!

SEN,

''Siz insanlar için çikarilmis en hayirli bir ümmetsiniz, iyiligi emreder, kötülükten vazgeçirmege çalisirsiniz.. Çünkü Allah’a inaniyorsunuz..'' Fermaninin sahibisin!..



SEN,

''Alemlere rahmet olarak gönderilen'' ve dehsetli mahser günü herkesin ''Nefsi! Nefsi!'' diye çirpinacagi bir zamanda, secdelere kapanip; ''Ümmetimi isterim Ya Rab!.. Ümmetimi bagislamadikça kalkmam'' diye feryad edecek olan Habib-i Kibriya’nin ümmetisin!..



SEN,

Resûlullah’in ashabina; ''Orduya yardim ediniz'' dedigi zaman, bütün servetini alip getiren ve Peygamberin ''Çocuklarina ne biraktin?..'' sorusuna; ''Allah’i ve Resûlünü biraktim Ya Resûllullah!'' cevabini veren Hz. Ebûbekir’in yolundasin!..





SEN,

Devlet reisi oldugu halde, içi su dolu bir tulumu sirtina yüklenerek halk içinde dolasan ve oglunun; ''Babacigim, niçin böyle yapiyorsun?'' sorusuna; ''Oglum! Nefsimi biraz begenir gibi oldum.. Onu zelil etmek, gururumu kirmak istiyorum'' diyen Koca Ömer’in izindesin!







SEN,

Müslümanlar arasinda açligin ve kitligin hüküm sürdügü bir zamanda Sam’dan kendisine ait zeytinyagi, üzüm ve bugday yüklü olarak gelen bir deveyi yükleriyle beraber yoksullara tasadduk eden Hz. Osman’in ardindasin!..

kaynak: Baktabul Msn messenger ifadeleri, Avatar, gif, smiley, Resimli Siirler, izle, indir, Komik Resimler, programlar, Resimleri, Haberler http://www.baktabulum.com/inanc-dunyasi/11776-iste-sen-busun.html





SEN,

Cebinde bulunan 4 dirhem servetin 1 dirhemini gizlice, 1 dirhemini açikça, 1 dirhemini gece ve kalan 1 dirhemini de gündüz , kimsesizlere sadaka olarak veren ve Allah Resûlünün; ''Neden böyle yaptin ?''suâline ''Belki Allah bunlarin birini olsun kabul eder düsüncesiyle diyen Hz. Ali’yi takip edensin!





SEN,

Allah yolunda cihada çikan ve karsisinda ATLAS Okyanusunu görünce, devesini

dizlerine kadar denize sürerek, kilicini çekip; ''Ya Rabbi! Sahid ol! Önüme su uçsuz bucaksiz derya çikmasaydı senin sanini daha ileriye götürürdüm!'' diyen mücahidlerin pesindesin!..



SEN,

40 sene yatsi abdestiyle sabah namazini kilan Imam-i Âzam’larin, Malazgirt Ovalarinda Allah Allah sesleriyle at kosturan ve Anadolu kapilarini Müslüman Türklere açan Alp Arslanlarin arkasindasin!..





SEN,

Misafir kaldigi evde gece sabaha kadar ayakta duran ve; ''Biz Kur’anin bulundugu odada ayaklarimizi uzatip yatmaktan hayâ ederiz'' diyen Osman Gazilerin torunusun!..



SEN,

Resûllullah’in müjdesine nail olup, küfrün dogu kal’asini, istanbul’u fethederek Islam’a teslim eden, yeni bir çag açan Fatihlerin, dünyayi müslümanlardan baskasina dar gören Yavuzlarin, karalarin- denizlerin hakani Kanûnilerin neslisin!..



SEN,

Istanbul’da okumaya basladigi Ezan-i Muhammediyeyi, Çaldiran ovalarinda bitiren, Tuna’da aldigi abdestin namazini Afrika çöllerinde kilan, Hazer kiyilarinda getirdigi tekbir seslerinin yankilarini Viyana kapilarinda duyan kahramanlarin evladisin!..



SEN...

İŞTE SEN BUSUN!..

**********




Yorum ve Tartışmaları Facebook Sayfamız Üzerinden Yapınız...



Facebook Sayfa Adımız: "Gerçek Tarih & Gerçek Kültür"



Diğer Sayfamız: "Cumhuriyet Tarihi"

ZEKAT VERMENİN ADABINDAN

Verdiğini (çok vermiş olsa bile) küçümsemek, hiç mesabesinde görmek zekatın adabındandır. Taat ve ibadet küçümsendikçe, Allah katında büyür ve değeri artar. Günah da büyük görüldükçe Allah katında küçülür.


Hayır üç şey ile tamamlanır;


1- Verdiğini küçümsemek


2- Vermekte acele etmek


3- Verdiğini gizlemektir.



En kıymetli, en iyi, en güzel, en helal, en temiz ve en sevimli malını infak etmek(vermek) zekatın adabındandır.



Allahü Teala temizdir, ancak temizi kabul eder.Allahü Teala;

“Ey iman edenler! (Hak yolunda) infakı(harcamayı) kazandıklarınızın en güzellerinden ve sizin için yerden çıkardıklarımızdan yapın. Kendinizin göz yummadan alıcısı olmadığınız pek adi, bayağı şeyleri vermeğe yeltenmeyin…” (Bakara, 267 ) buyurmuştur.



Genel olarak sadaka ve zekat; Tevbe suresinin fukara, miskinler,(zekat) üzerine memur olanlar, müellefi kulub(kalpleri islama ısındırılacak olanlar), köleler, borçlular, Allah yolundakiler, yolda kalmışlar” mealindeki 60.ayetinde beyan edilen sekiz sınıftan mevcut olan birine verilir. Zekat veren kimse, bazı hususi vasıfları da gözetip zekatı nemalandıran, yani sadaka ve zekatı, verilecek yerlerin en iyisi olan fisebilillah (Sırf Allah yolunda) vermek zakatın adabındandır. Bu suretle sevabının kat kat olmasını temin etmiş olur.

**********




Yorum ve Tartışmaları Facebook Sayfamız Üzerinden Yapınız...



Facebook Sayfa Adımız: "Gerçek Tarih & Gerçek Kültür"



Diğer Sayfamız: "Cumhuriyet Tarihi"

2010-08-28

HAYÂ VE İFFET NEDİR?

Hayâ ile iman bir arada, eş olarak yaratılmışlardır. Biri kaldırıldığı zaman diğeri de kaldırılır.


Hadis-i Şerif (Hakim, el-Müstedrek)

 
Hayâ, insan fıtratının ahlâkî yönüdür. İmandan kaynaktır. Akıl imanı, iman hayâyı gerektirir. İman zaafa uğradıkça hayâ duygusu azalır. Hayâ duygusu azaldıkça ahlak bakımından yıkıma uğrar. Bunun için peygamberimiz (sav) “Hayâ imandandır.” (Buhârî, Îmân 16, Edeb 77; Müslim, Îmân 57–59) “Hayânın bütünü hayırdır” (Müslim, İman, 61) buyurmuşlardır. Hayâ, bir insanın hata ettiği ve kusuru yüzüne söylendiği veya bir günaha girdiği zaman yüzünün kızarması, vücudunun bunalması ve sıkıntıdan terlemesidir. İşte bu sebeptendir ki peygamberler “utanmıyorsanız dilediğinizi yapabilirsiniz” demişlerdir. Hayâ, edep, mahcubiyet, ar ve namus duygusu ve nefsin çirkin şeylerden sıkılmasıdır. Kişinin kusur ve hatadan dolayı utanıp sıkılmasıdır. Peygamberimiz (sav) “haya imandan bir şubedir” (Buhârî, Îmân 3; Müslim, Îmân 58; Ebû Dâvûd, Sünnet 14; Tirmizî, Birr 80; Nesâî, Îmân 16; İbni Mâce, Mukaddime 9) buyurmuşlardır.




Peygamberimiz (sav) bu anlamda en çok haya ve edeb sahibiydi. Sahabeler peygamberimizin (sav) bu ahlakını bize şöyle anlatırlar. “Peygamberimiz (sav) kimsenin hatasını ve günahını yüzüne vurmaz ve mahcup etmezdi. Hoşlanmadığı bir şeyi görse hayasından onu söylemezdi; ama biz onun yüzünden hemen anlardık” (Buhârî, Edeb 77, Menâkıb 23; Müslim, Fedâilu'n-Nebi, 67) diyorlardı. Peygamberimiz (sav) hayâ duygusuna o derece önem verirdi ki “Her dinin kendisine has bir ahlakı vardır. İslam dininin ahlakı da hayâ’dır” (Muvatta, Hüsn-ü Hulk, 9; İbn-i Mâce, Zühd, 17) buyururlardı. Peygamberimiz (sav) iyiliği de “güzel ahlak” olarak vasıflandırır. “İyilik güzel ahlaktır. Kötülük ve günah da insanın kalbini rahatsız eden ve başkasının görmesinden çekindiği şeydir” (Müslim, Birr, 15; Tirmizi, Zühd, 52) buyurur. Başkasının görmesinden çekinmek ise hayadır. Bu sebeple peygamberimiz (sav) “Hayanın her nevi hayırdır” (Müslim, İman, 61) buyurmuşlardır.



Gerçek hayâ Allah’tan utanmaktır. Kişi Allah’tan utanırsa kimsenin görmediği yerde de edeb ve terbiye sınırlarını aşmaz. Kimsenin görmediği yerde edebe riayet eden başkansın yanında ve toplum içinde elbette edeb sınırını aşmaz. Daima edepli ve terbiyeli bulunur. Peygamberimiz (sav) “Allah’tan hakkıyla haya edin” buyurdular. Sahabeler sordular: “Allah’tan nasıl utanacağız?” Peygamberimiz (sav) cevap verdi: “Allah’tan haya etmek, başı ve onun taşıdıklarını, (yani, beyninden geçen düşünceleri, gözü, kulağı, dili korumak) mideyi ve onun içine koyduklarınızı iyi muhafaza etmek, ölümü ve kabri hatırlamak ve buna göre davranmaktır. Kim ahreti isterse dünyanın süsünü ve ziynetini terk etmeli, ahret hesabına dünyaya bakmalı, çalışmalı ve ahret hesabına harcamalıdır. Ahireti dünyaya tercih etmelidir. Kim bu dediğimi yaparsa o zaman Allah’tan hakkıyla haya etmiş olur” (Tirmizi, Kıyamet, 25) buyurdular.



Hayâ duygusu ikiye ayrılır. Birincisi, fıtrî olan hayâ duygusudur ki insanın başkasının yanında açılması haram olan yerleri açmaktan utanmaktır. Buna “setr-i avret” adı verilir. Avretin ne olduğu bellidir. Kadının eli ve yüzü hariç bütün bedenidir. Erkeğin ise göbeği ile diz kapağı dahil bu ikisinin arasıdır. Avretini başkasına göstermek bu durumda hayasızlıktır. Bu fıtrî bir duygu olduğu için insanda ilk olarak teşekkül eden duygu budur. Bu sebeple üç yaşında bir çocukta ilk olarak bu duygu ortaya çıkar. Sonra diğer ahlâkî özellikler buna endeksli olarak gelişme kaydeder. Bu sebeple ahlakçılar mürebbilere “çocuk utanmaya başladığı andan itibaren eğitime başlanmalıdır” derler. Bilginler demişlerdir ki “kim hayâ elbisesini giyerse hiç kimse onun ayıbını göremez” demişlerdir. Hatta Aristoles’e sormuşlar: Kadınların en çok sevilecek yönü neresidir?” Aristo cevaben “Hayâ’dan kaynaklanan yüzünün kızarmasıdır” demiştir. İslam bilginleri “Hayâ ile sukut iman ağacının iki dalı ve gülü, çirkin söz ve yalan münafığın iki dikenidir” demişlerdir.



İkincisi, insanın başkasını rahatsız etmekten ve başkasını utandırmaktan sakınması ve ahlâki bakımdan edep ve terbiye sınırlarından dışarı çıkmamaktır. Hayanın bu kısmı da üçe ayrılır: Birincisi, Allah’tan hayâ etmek. Bunun asgarisi farzları yapıp haramdan kaçmaktır. İkincisi, insanlardan hayâ etmek. Edeb dışı davranışlardan kaçınmak, insanlara eza ve cefa etmemektir. Zaten Allah’tan sakınan insanlardan hayâ eder. Üçüncüsü, kendi nefsinden hayâ etmek ise yalnız da olsa günaha girmemektir.



“Hayanın azlığı insanı zamanla küfre götürür” buyurur peygamberimiz. (sav) Yine “Hayâ imanın nizamıdır. Bir şeyin nizamı bozulunca parçalanır ve dağılır. Dinin ahlakı hayadır” (İbn-i Mâce, Zühd, 17) buyurmuşlardır. İslam bilginleri “En büyük ilim ve heybet hayadır. Bu ise, Allah'ın nimetlerini görmek ve ibadette de kendi kusurlarını görmektir. Bu sebeple hayâ kalbin kapısını çalar, şayet burada züht ve vera’ bulursa konaklar, aksi taktirde geçip gider” demişlerdir.

**

Peygamberimiz (sav) “İnsanlara nazaran Allah haya edilmeye daha layıktır. Her şeyden önce Allah’tan haya etmek ve utanmak gerekir” (İbn-i Mâce, Nikah, 28) buyurmuşlardır. Bu durumda bir kimse evinde ve hatta tuvalette dahi olsa elinden geldiği kadar örtünmeye dikkat etmelidir. Evde hiç kimse görmüyor diye açık ve çıplak bir vaziyette bulunması en azından kendisine ve üzerinde bulunan “Kiramen Kâtibîn meleklerine karşı hayâsızlıktır. Peygamberimiz (sav) “Kadın kadının, erkek erkeğin avretine bakmasın” (Müslim, Hayz, 74; İbn-i Mâce, Kitab-u Tahare, 137) buyurmuşlardır. Kadının kadın avretine, erkeğin erkek avretine bakması haram olunca kadının erkeğin, erkeğin de kadının avretine bakmasının ne derece günah olduğu elbette anlaşılır.



Edep ve hayâ Allah'ın rahmetini celbeder. “Edepsiz Allah'ın rahmetine mahrum kalır.” Edebin başı ise hayâdır. Hayâsız bir kimse en başta edepsiz sayılır. Böyle biri elbette Allah'ın rahmetinden mahrumdur. Allah'ın rahmetinin tecelli ettiği yerde melekler bulunur, rahmetin tecelli etmediği yerde melekler bulunmayacağı için “Evde başı açık kadın bulunda rahmet melekleri oradan kaçar” denilmiştir.

**

Peygamberimiz (sav) yol kenarında oturmayı yasaklamış, ancak mecburen oturmak ve beklemek durumunda olanlara “Kimseye eza etmemek, köre ve yaşlıya yardımcı olmak, selam vermek ve almak, gelip geçen kadınlara bakmamak şartı ile” (Tecrid-i Sarih, 12:187) müsaade buyurmuşlardır.



Bir hadis-i kutside “Namahreme bakmak şeytanın oklarından bir oktur. Her kim Allah’tan korkarak harama bakmazsa Allah onun kalbine imanın halâvetini verir. O kimse bunun celadet ve halâvetini, heybet ve tatlılığını kalbinden hisseder” (Kutsi Hadisler, H. Hüsnü Erdem, 28) buyrulmuştur.



İmam-ı Şafii hazretleri “Haramı nazar nisyan verir” demiştir. Bunu izah eden Bediüzzaman “ahir zamanda hafızların göğsünden Kur’an kaldırılır” hadisini nazara vererek “Bu asırda açık saçıklık yüzünden, husussan bu sıcak memleketlerde harama bakmak hevesat-ı nefsaniyeyi galeyana getirir. Vücut su-i istimalat ve israfat ile haftada birkaç defa gusle mecbur olur. Bunda da tıbben kuvve-i hafızasına zaaf gelir. Bunun için elden geldikçe namahreme nazar etmemek gerekir” (Kastamonu Lâhikası, 2006, s.181-182) şeklinde izah etmiştir.



Bediüzzaman bizzat kendisi harama nazar etmekten kaçması ve bu konudaki takvası ile bu zamanda bize örnektir. Başta Bitlis Valisinin evinde yirmi yaşlarında üç sene kaldığı halde onun altı kızından hiçbirisini tanımadığını herkes hayretle karşılamıştır. “Neden bakmıyorsun” dedikleri zaman da “İlmin izzetini korumak bakmama engel oluyor” demesi meşhurdur. Hem İstanbul’da gerek kaldığı yerler itibarıyla gerekse katıldığı şenlikler bakımından kadınları görmemesi mümkün olmayan durumlarda dahi kendisini tarassut eden Molla Seyid Taha ve Hacı İlyas hayretle karşılamışlardır. “Senin bu haline hayret ettik” dedikleri zaman da “Lüzumsuz geçici günahlı zevklerin akıbeti elemler, teessüfler olmasından istemiyorum” (Tarihçe-i Hayat, 2006, s.792-793) demiştir.



Bediüzzaman işte bu derece harama bakmaktan kaçındığı için bir sayfayı bir defa okumakla ezberleyecek derecede zekâ ve kuvvetli hafızaya sahip olduğu tarihen sabittir. Peygamberimiz (sav) “Beldelerin Allah’a en sevimli olanı mescitlerdir ki orada Allah'ın zikri vardır. En sevimsiz olanı ise çarşı ve pazarlardır ki orada yalan ve haram vardır” (Ramuz, 16) buyurur. Bu sebepledir ki Bediüzzaman çarşıdan geçerken dahi şemsiyesini yanından ayırmaz hem kendisine bakmalarını, hem de istenmeyen bakışları bununla önlerdi. Hatta İslam bilginleri demişlerdir ki “Bir insan camiye gidip gelirken kebaire, yani büyük günahlara maruz kalacaksa kendi evinde kılması daha hayırlıdır.” (Kastamonu Lâhikası, 358) Dinimiz bu derece takvaya, iffet ve hayâya önem verir.



Dinimiz önem verir de biz önem vermezsek o zaman yüce Allah'ın rahmetini celb edemeyiz. Allah'ın rahmetinin olmadığı yerde de rahmet melekleri elbette bulunmaz ve açık saçıklığın yaygın olduğu yerde de rahmet melekleri bizi terk eder.



Sonuç olarak Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde mü’minlerin özelliklerini şöyle sıralar: “Mü’minler o kimselerdir ki namazlarını huşu içinde kılarlar, boş ve lüzumsuz söz söylemezler, zekâtlarını verir, hayâ ve iffetlerini korur, emanette ve ahitlerine riayet ederler. İşte bunlar kurtuluşa eren mü’minlerdir.” (Mü’minun, 23:1-5) Bu ayet mü’minin bütün güzel vasıflarını özetlemiştir. Mü’min Allah rızasını ve ebedi hayatın saadetini istiyorsa, “İman, namaz, zekât, iffet, hayâ, emanet ve doğruluk” vasıflarına sahip olmalı ve bunları korumalıdır.

M. Ali KAYA
http://www.fikirbahcesi.org/ahlak/hay-ve-iffet-nedir.html


**********




Yorum ve Tartışmaları Facebook Sayfamız Üzerinden Yapınız...



Facebook Sayfa Adımız: "Gerçek Tarih & Gerçek Kültür"



Diğer Sayfamız: "Cumhuriyet Tarihi"

İsmet İnönü Diktatör müydü?

İsmet Paşa'nın Cumhurbaşkanlığı 1938-1950 arasında on iki yıl sürmüştür. 1945'e kadar tek partili rejimin Millî Şef'i olarak ülkeyi mutlak krallar gibi idare etmiştir.


O zaman Millet Meclisi yok muydu? Seçim yapılmıyor muydu? Vardı da şöyleydi:

Ülkede tek siyasî parti vardı, başka parti kurulmasına izin verilmiyordu. Seçimden önce Ankara'da tek partinin milletvekilleri listesi yapılıyor, oy pusulaları basılıyor, seçim günü oylar açık olarak veriliyor, sayım işi gizli yapılıyordu.

O tarihte bugünkü gibi genel seçim yoktu. Birinci seçmenler yani halk, ikinci seçmenleri seçiyor, onlar da Ankara'da hazırlanmış listeleri sandığa açık olarak atıyorlardı.

Böyle bir rejim demokratik midir, yoksa diktatörlük müdür, cevabı ben vermeyeyim, halk versin. Irak'ta Saddam zamanında da böyle seçimler vardı.

1950'den sonra Tokat milletvekilliği yapmış merhum Ahmet Gürkan'dan duymuştum, bir kitabında da yazmıştı:

Millî Şef İsmetPaşa'nın oğlu Ömer, İstanbul Teknik Üniversitesi'nde okumaktadır.Yakındaki Dolmabahçe Sarayı'nı da yurt olarak kullanmaktadır.Sarayın kışın ısıtılması o zamanın parasıyla 70 bin lira tutmuş ve devlet bütçesinden ödenmiş. Paşa normal bir cumhurbaşkanı mıdır, yoksa mutlak bir diktatör müdür, siz söyleyin.

Çocuktum, okula gitmiyordum, Mustafa Kemal devrini hatırlamıyorum. İlk okulu, orta okulu, liseyi İsmet Paşa zamanında okudum, iyi hatırlıyorum.

Millî Şef İsmet Paşa rejiminin özellikleri nelerdi? Sayayım:

1. İşçilerin hiçbir hakkı yoktu. Sadece memurların bazı hakları vardı.

2. Halkın yüzde sekseni köylüydü ve genellikle çok kötü ve perişan durumdaydılar.

3. Köylülerin çok azının ayakkabısı vardı. Bir kısmı çarık giyerdi, bir kısmı da yalınayak gezerdi.

4. Nüfus veremden, sıtmadan, (bazı bölgelerde) frengiden kırılıyordu. Batı Karadeniz bölgesinde bütün halkı frengili olan köyler vardı.

5. İkinci cihan harbi yıllarında ekmek İstanbul'da vesika ileydi.

6. Bazı bölgelerde genel açlık olur, insanlar kırılırdı.

7. Rejim tam bir polis rejimi idi.

8. Din, inanç, vicdan, ibadet hürriyeti çok kısıtlıydı. Gerçek Ezan okumak yasaktı, Türkçe tercümesini okumak mecburî idi. Arapça Ezan okuyanlar yakalanır, dövülür, mahkemeye verilir ve zindanda çürütülürdü.

9. Milliyetçiler ve Türkçüler 1944'te tutuklanmış, tabutluk denilen yarım metrekarelik hücrelerde işkence edilmişti.

10.Basın muhalefet yapamazdı.

11. Dinî yayın yapmak (nâdir istisnalar dışında) yasaktı. Matbuat Genel Müdür yardımcısı İzzettin Nişbay'ın bu konudaki genelgesi meşhurdur.

12. Ülkenin yol, okul, ulaşım, mesken durumu yürekler acısıydı.

13. Hele biri "Halk sefalet içinde, sosyal adalet yok, işçiler sürünüyor, çiftçilerin hakları yeniliyor..?" demeye kalkmasın, hemen komünistlik suçundan tutuklanırdı.

14. İsmet Paşa zamanında Kürt ileri gelenleri Batı bölgesindeki köylerde, nahiyelerde, kazalarda (ilçe) sürgünde idi. Memleketlerine gidemezlerdi.

15. Ülkede resmen angarya vardı. Zonguldak maden ocaklarında mecburî işçilik vardı. Bundan kaçanlara asker kaçağı muamelesi yapılırdı.

16. Ülke sathındaki camilerin yüzde sekseni kapatılmıştı. Bunların kimisi satılmış, kimisi kiraya verilmiş. Kimisi yıktırılmıştı.

17. Sultanahmet camii 1943'te ibadete kapalıydı, asker deposu yapılmıştı.

18. Üniversiteler hür değildi.

19. Doğuda General Mustafa Muğlalı 33 vatandaşı sorgusuz sualsiz keyfince kurşuna dizdirerek idam etmişti.

20. Millî Şef'in kardeşi Kambur Rıza milyarder olmuştu.

21. Necip Fazıl Kısakürek, yayınladığı Büyük Doğu dergisinin bir sayısının kapağına kocaman bir kulak resmi koymuş, yanına "Başımıza kulak istiyoruz" diye yazmış ve derhal tutuklanmıştı. Millî Şefimiz biraz ağır işitirdi de...

22. Bediüzzaman sürgünde yaşıyordu. Mahkemelere veriliyor, hapislere atılıyor, korkunç bir baskı ve tarassut altında yaşıyordu.

23. Şeyh Abdülhakim Arvasî İsmetPaşa zamanında Ankara'da sürgünde ölmüştür.

24. İstanbul'da Velid Ebüzziya tarafından yayınlanan Tasvir gazetesi, İnönü'nün eşi Mevhibe hanımın lüks ve özel Beyaz Trenle gelişini birinci sayfadan değil, üçüncü sayfadan verdiği için sıkıyönetim tarafından kapatıldığı iddia edilir.

25. Millî Şef İsmetPaşa çok korkak ve çekingendi. 1947'de On İki Adayı İngilizler Türkiye'ye vermek istemişler, Paşa kabul etmemiş diye bir rivayet vardır. O tarihte orada 25 bin Türk, 25 bin de Rum yaşıyordu.

26. İsmet Paşa zamanında halkın temel hakları ve hürriyetleri devamlı olarak ihlâl edilmiştir.

27. Hem Müslümanlar, hem komünistler, hem de bütün muhalifler ezilmiştir.

Tartışılıyor, İsmet Paşa diktatör müydü, değil miydi diye.

Çeşit çeşit diktatör vardır. Bence o 1938 ile 1945 arasında bir tür diktatörlük yapmıştır.

Bir Müslüman olarak kendisini sevmem ve tutmam. Lakin adaletsizlik yapmak da istemem.

İsmet Paşa SultanAbdülhamid zamanında, gençliğinde beş vakit namaz kılarmış. Hattâ Kara HarpOkulu'nda iken seccadesini zaman zaman görünür yerlere sererek namaz kıldığı rivayet edilir.

Zevcesi Mevhibe hanım peçeli dolaşırmış. Evdeki misafirlere kahve hazırlar, kapıyı tıkırdatır, İsmet bey gelir alır dağıtırmış, hanımı hiç görünmezmiş.

Lozan müzakerelerinin ilk kısmında Türk heyeti başkanı İsmet Paşa Batılılara karşı İslâm Şeriatını, fıkıh hukukunu savunmuştur (Zabıtlarda yazılıdır). Daha sonra araya hahambaşı Hayim Nahum girmiş, Ankara rejimi Batılılarla gizli protokollar yapmıştır.

İsmet Paşa'nın annesi merhume Cevriye hanım dindardı. Siyah manto ve başörtüsü ile gezerdi. Namazını kılar, orucunu tutardı. Galatasaray lisesinin aşçısı bir ara Çankaya'da aşçılık yapmış, o anlatmıştı: Ramazanlarda İsmet Paşa, annesinin korkusundan açıkça oruç yemezmiş...

BU YAZIYA EKLER:

Millî Şef İsmet Paşa 20'nci yüzyıl diktatörlerinden hangisine benzer?

1. Portekiz'deki Salazar'a, İspanya'daki Franco'ya benzemez. Onlar diktatör olmaktan çok otokrat liderlerdi.Her ikisi de Katolik kilisesi ile barışıktı, din düşmanlığı yapmamışlardı.

2. Bence Hitler'e de benzemez. Çünkü Hitler demokratik yollarla iktidara geçtiği 1933 yılından 1939'a kadar, altı sene gibi kısa bir zamanda Almanya'yı sanayi, ihracat, ticaret, ulaşım, mimarlık, şehircilik, keşifler icatlar yönünden çok ilerletmiş, ihya etmiştir.

3. İsmetPaşa'yı bir dereceye kadar Staline benzetmek doğru olur. Onun gibi din ve inançla mücadele etmiştir. Türkiye'nin "kulak"larını ezmiştir. İnsaflı olmak gerekir: İsmet Paşa Stalin çapında da diktatör değildir. İsmet Paşa denilince şu hususları da gözardı etmemek gerekir:

a. Atatürk'ün sağlığında onunla bozuşmuştur.

b. Atatürk onun öldü(rüldü)ğünü sanıyordu. Çocuklarına burs vermiştir.

c. Atatürk ile İnönü'nün iki kadim dost olduklarını söylemek yanlıştır, tarihi çarpıtmaktır. Dostlukları olmuştur ama sonra bozulmuştur.

ç. İnönü Ebedî Şef'ten boşalan makama geçince onun resimlerini paralardan pullardan çıkartmış, kendininkileri koymaya başlamıştır.Kendi heykellerini diktirmiştir.

d. İsmet Paşa'nın etnik kökeni de hâlâ iyi bilinmemektedir. 1986'da Van'a gitmiştim. Orada görüşüp tanıştığım emekli müftülerden biri İnönü'nün etnik kökeni hakkında çok acayip bilgiler vermişti. Bunları burada yazmam uygun olmaz.

Son bir ilave bilgi:

Mustafa Kemal Paşa ölünce, Osmanlı saltanatı taraftarları, o tarihte Mısır'da yaşayan Şehzade Ömer Faruk Efendiyi tekrar tahta çıkarmak istemişlerdi. (Faruk Efendi son Halife Abdülmecid bin Abdülaziz Han'ın oğludur. Mustafa Kemal Paşa'nın nikahlamak istediği, SultanVahdettin'in kızı Sabiha Sultan ile evlenmiştir. Evet, KemalPaşa Osmanlı'nın son Sultanına damat olmak istiyordu. Enver Paşa'nın Naciye Sultan ile evlenip "Damad-ı Şehriyarî" olması gibi o da Saray'a intisab etmek arzusundaydı. Bu evlilik gerçekleşmiş olsaydı, yakın tarihimiz nasıl olurdu?...)

Bu yazımda birtakım bilgiler ve hükümler vermiş bulunuyorum. Bilgi yanlışları yapmadığım kanaatindeyim. İtiraz eden olursa lütfen yazsın. Hükümlere gelince: Onları dinini, devletini, millî kimliğini, millî kültürünü seven, tarihî devamlılık taraftarı olan bir Türkiyeli olarak yazdım. Elbette İnönü konusunda bir Sabataycı, bir ateist, bir İslâm düşmanı, bir aliene gibi düşünemem ve yazamam.

Şu husus da şimdi hatırıma geldi:

M.Kemal Paşa'nın en büyük devrimi Mason localarını kapattırmasıdır. Localar İsmet Paşa'nın devr-i saltanatında tekrar açılmıştır. Bu açtırma Atatürk'e bir ihanet değil midir?

Mehmet Şevket Eygi

9 Mayıs 2010


**********




Yorum ve Tartışmaları Facebook Sayfamız Üzerinden Yapınız...



Facebook Sayfa Adımız: "Gerçek Tarih & Gerçek Kültür"



Diğer Sayfamız: "Cumhuriyet Tarihi"

Müslümanların İçindeki Ajanlar, Casuslar, İstihbaratçılar

BÜTÜN gazeteler ve ajanslar yazdı; Norveç devleti, istihbarat servislerinde çalıştırılmak üzere Müslüman elemanlar arıyormuş. Adıgeçen ülkenin Ulusal Güvenlik Ajansı (bir tür MİT) Başkanı Jorn Holme, “Radikal İslâmî örgütlere sızmak ve onlarla savaşmak için değişik etnik kökenlere sahip Müslümanlara ihtiyacımız var” diyor.


Eskiden casus, ajan, istihbaratçı alımı ve yetiştirilmesi gayet gizli yapılırdı. Şimdi gazete ilanlarıyla yapılıyor.

Başta ABD olmak üzere nice ülke, son yıllarda Müslümanların içine sızdırılmak üzere ajan aradıklarını açıkça resmen beyan etmişlerdir.

Radikal diyorlar ama bu lafa kanmayın. Radikal Müslümanların değil, doğrudan doğruya Müslümanların içine ajan sokmak istiyorlar.

Bu ajanlar, casuslar ne yapacaklar? Müslümanlardanmış gibi görünerek haber, bilgi toplayacaklar, kışkırtacaklar, yönlendirecekler...

Peki, Türkiye’de Müslümanların içine sızmış böyle ajanlar var mıdır? Şimdiye kadar onlarca defa yazdım, tonlarca binlerce vardır.

Diyelim sofu bir cemaat veya tarikat var. Onların içine sokulacak ajanın sakalı daha uzun, cübbesi daha şatafatlı olur. Sızmadan önce de kurstan geçirilir.

Radikal Müslümanların arasına, herkesten daha radikali sokulur.

İçinde dolap çevireceği cemaat, tarikat, grup hangi renktense bizim ajan da o rengin en koyusu ile boyalıdır.

Kesin bir şey söyleyemem ama bazı büyük İslâmî cemaatlerin kontrolünün yerli veya yabancı istihbarat servislerinin, gizli entelijansların ellerine geçmiş olduğuna dair yaygın rivayetler var.

Filanca cemaat ABD ile, Siyonistlerle, CIA ile pek sıkı fıkı imiş.

Falanca cemaat XİTEM’in kontrolündeymiş.

Müslümanların içine yerleştirilecek ajanlar çok iyi yetiştirilir. Cemaatle akşam namazı mı kılındı, bizim ajan o namazdan sonra altı rekat evvâbin namazını kılmadan kalkmaz.

Feşmekan cemaat bir konuda çok mu hassastır, bizimki gerçek müridlerden daha hassas ve titiz görünür.

Ajanların bir vazifesi de şudur: Müslümanları birbirine düşman etmek. Bizim cemaatimiz en hak, ötekiler berbat... Bizim şeyhimiz çok yükseklerde uçar, ötekilere aldırma onlar yerde sürünüyor... Bizimki Mehdi’dir, inkâr eden cehennemliktir... Biz iyiyiz, ötekiler kötü...

Ülkemizin resmî istihbarat teşkilatı MİT’İ tenzih ederim. Onun vazifesi, öncelikle dış istihbarat yaparak vatanımızın, devletimizin, halkımızın güvenliğini ve selâmetini sağlamaktır. Lakin Türkiye’de sadece MİT yok ki... Bir yığın istihbarat var.

Sivil Emniyet’in istihbaratına da teşekkür ve minnet borçluyuz. Son yıllarda çok büyük hizmetler ettiler.

Ancaaak!.. Hiçbir istihbarat teşkilâtının barışçı ve düzgün Müslümanların içine ajan sokmasını normal karşılamak mümkün değildir. Elbette istisnalar olabilir. Meselâ terörü mübah kabul eden çok marjinal, çok azınlıkta, çok aşırı gruplar varsa onlar elbette takip edilecektir ama ötede radikal olmayan, terörle hiçbir ilgisi bulunmayan masum Müslüman cemaatler, gruplar, tarikatlar vardır, onların içine casus, ajan, istihbarat elemanı, provokatör sokulması ne hukuka, ne ahlâka uygundur.

Müslümanları uyarıyorum: Akıllı, firasetli, uyanık olun. İçinize sokulan, sızan ajanların oyunlarına gelmeyin, kurulan tuzaklara düşmeyin.

Agresif İslâm ve Müslüman düşmanı Haçlılarla ve Siyonistlerle işbirliği yapan Müslümanlara da bir çift sözüm var: Hiçbir kâfir sizin kara gözleriniz için para yardımı yapmaz, destek vermez. İçinde bulunduğunuz yanlış yolu bırakın. Ehl-i Sünnet dairesinde hizmet edin, faaliyet gösterin.

Polemiklere Dair

FÎ tarihinde bir gazetede aleyhimde seviyesiz bir yazı çıkmıştı. Hakaretlerin de edebî olanı vardır. Beni hedef alan öyle değildi, gerçekten bayağı idi. Ne yapmalıydım? Cevap mı vereyim, susayım mı? Susmayı tercih ettim.

Cevap versem ne olacaktı?

Bir kısım halkımız polemiklere, kavgalara bayılır... Geniş bir okuyucu zümresi hemen ilgilenecek ve iki tarafın yazılarını dikkatle okuyacaktı.

Birtakım adamlar yangına benzin dökercesine kavgayı, kızıştıracaklardı.

- Şevket Eygi aleyhindeki yazıyı okudun mu?

- Asıl onun verdiği cevap daha ağır...

Şüyuu vukuundan beterdir (Duyulup yaygınlaşması olmasından daha kötüdür) diye bir lâf var, cevap verseydim öyle olacaktı.

Bir ara eski dostlarımdan biri de aleyhimde yazıp çizmişti. Ona da cevap vermedim. Gençlere kötü örnek olmak istemem. İki yaşlı yazarın, iki ağabeyin horozlar veya develer gibi dövüşmesi, kalem kavgaları yapması onların terbiyesini bozar.

Benim kanaatimce, zaruret olmadıkça polemik yapılmamalıdır.

Halkın kavga yazılarını çok sevmesi, onları heyecanla takip etmesi bir fazilet değildir. İki tarafı kışkırtmak yerine, “Yaşınızdan başınızdan, makam ve mevkiinizden utanın ve kesin şu bayağı atışmaları...” diyerek bunları durdurmaya çalışmak gerekir.

Merhabamız olan, onun yaşı da ilerlemiş bulunan Müslüman bir zat, bundan on küsur yıl önce haftalık mı, aylık mı bir gazetede, yazısının konusu ile hiç alakası olmadığı halde, bendenizi diline dolamış ve “Hacivat kılıklı adam” mealinde bir laf etmişti. Hani kış aylarında başıma kürkten bir kalpak geçiriyorum, bazen boynumu şal desenli bir atkı ile kapatıyorum ya... Bizim muhterem kafayı benim o kıyafetime takmış.

Cevap verdim mi? Vermedim,..

Bir başka Müslüman yazar, bana saldıran bir yazısında benim evimde “Kediler, fareler, akrepler ve karıncalar ile birlikte haşır neşir vaziyette yaşadığımı” yazmıştı. Bir evde kedi ile fare birlikte olur mu? Ben öldürmem ama akrepten herkes korkar. Karıncaya gelince, olabilir ama bir evde karınca var diye, onun sahibi karıncalarla birlikte yaşamakla suçlanabilir mi?

Bu saçma yazıya cevap versem, iş uzayacak, bir yığın dedikodu severe okuma malzemesi çıkacaktı.

Hakaret, iftira, yalan ihtiva etmeyen (içermeyen) tenkitlere bir şey demiyorum. Onlar tabiîdir, doğru iseler kabul edersin, değil iseler nâzik ve kibar bir şekilde reddeder, çürütürsün.

Medyamızda, sağa sola çatarak, sık sık kavga ve polemik çıkartarak dikkat çekmek, raytingini arttırmak, patronlarına yaranmak isteyen tipler vardır. Bunların tuzaklarına düşmemek gerekir. Böyleleri dün ak dediğine, bugün kara diyebilir. Onların ekmeğine yağ sürmek doğru olmaz.

Hattâ böyleleri içinde, saldırdığı yazarın e-mail adresine düzmece mesajlar gönderterek işi kızıştırmaya çalışanlar varmış. Ne şeytan, şeyler...



Mehmet Şevket Eygi

27 Şubat 2008

**********




Yorum ve Tartışmaları Facebook Sayfamız Üzerinden Yapınız...



Facebook Sayfa Adımız: "Gerçek Tarih & Gerçek Kültür"



Diğer Sayfamız: "Cumhuriyet Tarihi"

Dinlerarası Diyalog Câiz Değildir

Milli Gazete yazarı Mehmet Şevket Eygi, cemaatin savunduğu Dinlerarası Diyalog çalışmalarının dinen caiz olmadığını iddia etti.


İşte Eygi'nin o yazısı:

Dinlerarası Diyalog Câiz Değildir

1. İslâm'a ve Müslümanlara açıkça ve militanca düşmanlık etmemeleri şartıyla; Rum, Ermeni, Yahudi, Frenk bir komşunuz veya iş arkadaşınız, işçiniz varsa onlara gayet nazik muamele ediniz.

2. Bilhassa komşuluk konusunda onların meleği olunuz, onlara en küçük bir eza ve cefa vermeyiniz.

3. Dara düşerlerse onlara yardım ediniz.

4. Doğrudan doğruya kaal ile ve agresif şekilde İslâm misyonerliği yapmayınız.

5. İslâm'ın aynası olunuz, size bakan sizde İslâm'ı görsün, bu yeter.

6. İslâm dininden taviz verecek şekilde dinlerarası diyalog yapmayınız, imanınız elden gider.

7. Bir İslâm ülkesinde yaşayan Hıristiyan ve Yahudiler Ehl-i Zimmettir, yani onlar Müslümanlara emanettir, Müslümanların güvencesi altında yaşarlar.

8. İslâm dininde ikrah yoktur, yani hiçbir gayr-i müslim zorla, cebir kullanılarak Müslüman olmaya zorlanmaz.

9.İslâm dininde iyi komşuluk, iyi münasebetler manasına diyalog vardır ama dinlerarası diyalog yoktur.

10. Dinlerarası diyalog olamaz, çünkü Yahudiler ve Hıristiyanlar Peygamberimizi kabul etmezler, Kur'ânın hak Kitab olduğunu kabul etmezler, İslâm'ın hak ve ilâhî din olduğunu kabul etmezler.

11. Osmanlı devleti bir İslâm devletiydi, bazı zamanlar onun Hıristiyan nüfusu Müslüman nüfusundan fazla olmuştur. Her din ve cemaat Osmanlı bünyesinde özerk bir "Millet" olarak yaşamıştır. Tolerans budur. Dinden taviz vermek, bizim dinimizi hak din olarak kabul etmeyenlerin dinlerini hak, kendilerini ehl-i necat ve ehl-i Cennet kabul etmek diyalog ve tolerans değil, hıyanet olur.

12. Kur'ân, Yahudi ve Hıristiyanları dost ve velî (idareci) olarak kabul etmemize izin vermemektedir.

13. Zamanımızdaki Dinlerarası Diyalog Hareketi 1960'lı yıllarda Vatican'da üretilmiş bir tuzaktır.

14. Teslis inancının hak bir inanç olduğunu iddia eden kişi İslâm'dan çıkar ve mürted olur.

15. Evim bir kilisenin bitişiğinde olsa, papaz efendi ile iyi geçinirim, zaman zaman onu davet ederim, kendisine ikramda bulunurum, birlikte sohbet ederiz. O beni davet ederse kilisenin bahçesinde veya müştemilatında birlikte çay içeriz. Edebiyattan, sanattan, tarihten, kültürden bahs ederiz. Tartışmayız.

16. Müslümanlar mahallelerindeki gayr-i müslim fakirlere bakmakla, onlara yardım ellerini uzatmakla mükelleftir.

17. İslâm barıştır, güvenliktir, yardımlaşmadır, paylaşmadır.

18. Yahudilerin ve Hıristiyanların bizim dinimizi, bizim Peygamberimizi, bizim Kitabımızı red ve inkar etmeleri onlara iyi muamelede bulunmamızı engellemez. Yeter ki, bu red ve inkarları agresif, militanca, harbî olmasın.

19. Ömerü'l-Faruk radiyallahu anh hazretleri Kuds-i şerifi feth ettiğinde oradaki Hıristiyanlara din hürriyeti, eman vermiş, onları İslâm-Hilafet devletinin koruması altına almıştır.

20. Ehl-i Kitab İslâm devletine ihanet eder, Müslümanlara açıkça ve şiddete yönelik şekilde düşmanlık ederse, aradaki anlaşmayı tek taraflı olarak bozmuş olur.

**********




Yorum ve Tartışmaları Facebook Sayfamız Üzerinden Yapınız...



Facebook Sayfa Adımız: "Gerçek Tarih & Gerçek Kültür"



Diğer Sayfamız: "Cumhuriyet Tarihi"

Bu ay öne çıkanlar