Hizmetin küçüğü, büyüğü olmaz |
Oradan ayrılarak evine gitti. Çolak eline baka baka ağlamaya başladı. Devrin büyük âlimlerinden Hoca Sa’deddîn Efendi, sarayın bahçesinde gezintiye çıkmıştı. Hasan’ın ağlama sesini duydu ve sesin geldiği tarafa doğru yürüdü. Hasan’a, niçin ağladığını sordu. Hasan çolak elini arkasına saklayarak, gözyaşlarını gizlemeye çalışıyordu. Hoca Sâdeddîn Efendi ona; “Derdini bana söyle de bir çâresini bulmaya çalışalım” dedi. Hasan; “Çâresini bulamazsınız” deyince, Hoca; “Sen yine söyle” dedi. Hasan yaşlı gözlerini Sa’deddîn Efendi’nin gözbebeklerine dikerek; “Pâdişâh efendimiz düşman üzerine sefer düzenlemiş. Fakat ben gidemiyeceğim. Hayâtım boyunca hiç asker olamıyacağım ve sefere katılamıyacağım. Bir süre önce beni acemiler ocağına almadılar. Eğer o zaman alsalardı, belki şimdi ben de sultânımızın ordusuna katılır, savaşa giderdim” dedi. Sa’deddîn Efendi bir süre düşündükten sonra; “Seni harbe götüreceğim” dedi. Hasan bir an hayretler içinde kaldı. Hoca Efendi onun şaşkınlığını fark edince; “Orduda sâdece muhâribler yoktur. Pek çok kişi de orduya hizmet eder. Ama savaşta önemli olan her türlü hizmeti yapmaktır. Hizmetin küçüğü büyüğü olmaz. Herkes elinden geleni yapar, sen de mutfak hizmetçisi olacaksın” dedi.
Bu sözlerden sonra Hasan, Sa’deddîn Efendi’nin yanından ayrılmadı. 1596 senesinin Haziran ayında, sultan üçüncü Mehmed ordusu ile sefere çıktı. Çolak Hasan da bu ordunun mutfak görevlileri arasında yer almıştı. Önce Budin’in yakınlarındaki Eğri kalesi feth edildi. Osmanlı ordusu, haçlılarla Haçova’da karşılaştı. Otağ-ı hümâyûn bataklığı gören bir tepeciğin üzerinde kuruldu. İlk günkü çarpışmalardan bir netîce alınamadı. Ertesi gün savaş yeniden şiddetlendi. Sultan, beyleri ve paşaları yanında olduğu hâlde savaşı tâkib ediyordu. Öğleden sonra bataklığın geçilmesi esnasında, öncü birlikleri olan Kırım atlıları bozulup geri çekilmeye başladılar. Ön saflardahi bu bozgun arkalara da bir çözülme olarak yansıdı. Fırsattan istifâde eden düşman, Sultan’ın otağına saldırdı’. Otağ-ı hümâyûn ortadan kaldırıldığı zaman Türk ordusu dağılır ve kesin şekilde mağlûb edilirdi.
Bu sırada ordunun geri hizmetini görmekle vazifeli olanlar, mutfak çadırının önünde toplandılar. Hasan ise, her zaman yaptığı gibi yine mutfak çadırından ayrılmış, savaş alanının yakınlarından çarpışmaları seyrediyordu. Ordunun bozulduğunu görünce, hemen koşarak, mutfak çadırının önünde toplanmış olan kalabalığın karşısında nefes nefese durdu. Onlara; “Ne duruyorsunuz? Kâfir, Sultan’ımızın otağına saldırıyor. Bir şeyler yapmazsak, Otağ-ı hümâyûnu düşman çizmeleri kirletecek. Ellerimiz bağlı bekleyemeyiz. Biz Türk değil miyiz? Bir ordunun mensubu değil miyiz? Analarımız bizi hangi günler için doğurdu?” diye bağırdıktan sonra, mutfak çadırına girerek direklerden birinde asılı olan baltayı kaptı. Elindeki baltayı hırsla sallayarak; “Ben gidiyorum, isteyen gelir” dedi. Bu hareket oradakileri coşturdu. Herkes ne bulduysa eline alarak, Hasan’ın peşine takıldı. Kiminin elinde bıçak, kiminin elinde satır, kiminde de kepçe vardı. Hattâ bâzıları ocaktan çektikleri ucu yanmış odunlarla hücuma katılmışlardı.
Hasan, Sultan otağına iki metre yaklaşmış olan düşmana baltasını öyle bir savurdu ki, kâfirin zırhı göğsünden parçalandı. Bir anda düşman neye uğradığını anlayamadı. Kafalarına yedikleri kepçeler ve odunlarla paniğe kapıldılar. Allah Allah sesleri ortalığı çınlatmaktaydı. Tepe-nin üzerinde hâdiseyi seyreden Hoca Sa’deddîn Efendi, yanında bulunan Cağaloğlu Sinân Paşa’ya; “Düşmanın bu şaşkınlığından istifâde edebiliriz. Ne duruyorsun?” diye bağırdı. Savaş bir anda tam tersine dönmüş, düşman askeri dağılmış, kaçmaya başlamıştı. Az önce zafer naraları atan ağzı salyalı kâfirler, her şeylerini bırakarak kaçıyordu. Fakat bu zaferin kazanılmasında büyük rol oynayan Çolak Hasan ağır yaralandı. Hasan, Sultan’ın çadırına getirildi. Bir ara gözlerini açtı. Çadır kapısından Pâdişâh’ın girmekte olduğunu görünce; “Çok şükür, çok şükür Pâdişâh otağına kâfir girmedi” diyerek son nefesini verdi. Çadırda duâlar, şehîdlerin acısı, zafer sevinci ve göz yaşı birbirine karışmıştı.
--------------------
Mufassal Osmanlı Târihi
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.