SEMA: Tavan, gök; yukarı, üst; her bir şeyin üst tarafı; yörünge; yukarı taraf anlamlarına gelir.
Allahü Teala yedi semâ (7 kat gök) yaratmıştır. Bunlardan dünya seması (bize en yakın göktür ve çizimde dairelerin en merkezindeki en küçük olanıdır.) yıldızlarla donatılmıştır:
"Gerçekten en yakın göğü(dünya semasını, uzayı) bir ziynetle ve yıldızlarla donatıp süsledik" (es-Saffat, 37/6).
"O (Allah) bunun üzerine iki günde (dönemde) yedi gök var etti. Yakın göğü de ışıklarla (yıldızlarla) donattı ve bozulmaktan korudu. Birbirleriyle ahenktar yedi göğü yaratan O dur" (el-Mülk, 67/3)
Yedi kat göğün üstünde bunları çepeçevre kuşatan "Alem-i Kürsî" ve Alem-i Kürsi'yi de kuşatan "Arş" bulunur:
"Allahın Kürsî'si gökleri ve yeri kuşatmıştır" (el-Bakara, 2/255).
Bütün bunların hepsi içindekilerle birlikte Yüce Allah'ın hükmü, idaresi ve tasarrufu altındadır.
Hz. Peygamber (s.a.s)'den gelen bilgilerde belirtildiğine göre, yedi semanın Kürsî içindeki büyüklüğü bir kalkanın içine atılmış yedi dirhem gibidir. Kürsî de Arş'ın içinde bir çölün ortasına atılmış bir demir halka gibidir. Ebu Zer'in rivayet ettiği bir hadisinde Hz. Peygamber (s.a.s) bunların büyüklüğünü şöyle bir benzetme ile açıklamıştır: "Nefsim yed-i kudretinde bulunan(varlığım kudretinde bulunan) Allah'a andolsun ki, yedi sema ve yedi arzın, Kürsi'nin yanındaki büyüklüğü, ancak dünyanın bir çölünün ortasına atılmış bir halka gibidir. Arş'ın Kürsi ye nisbetle büyüklüğü de bu halkaya nisbetle çölün büyüklüğü gibidir" (İbn Kesir, Tefsîrul-Kurânil-Azim, Beyrut 1385/1966, I, 550).
Yüce Allah Kitab-ı Kerim'inde gökte burçlar(yıldız takımları) yarattığını söyler (el-Hicr 15/16; el Furkan 25/61), "Ve's-sema-i zatil buruç" / burçları olan göğe andolsun ki... diye buyurur.
Cenab-ı Allah gökte burçlar yarattığını söylerken "es-Semavat" şeklinde değil de "es-Semâ" şeklinde zikreder. Semâ'nın lâm-ı tarifi ahid içindir. Bildiğiniz en yakın semâda (dünya semasında) demektir.
Burç; yüksek köşk, bina ve kale anlamlarına gelir. Semadaki burçlar ise; gökte durumlârı birbirlerine göre aynı kalan yıldız toplulukları demektir. Müfessirler(Kur'an'ı açıklayan alimler) ayetlerde geçen semadaki burçları tefsir ederlerken, bunları, büyük yıldızlar, ya da semânın kapıları diye tercüme etmişlerdir. Gökte yıldızların araştırılıp üzerlerinde düşünülmesi için burç taksimlerini İdris (a.s)'ın yaptığı söylenir.
Yerin haritasında şehir ve kasabalar ve bunlardaki yüksek binalar nasıl bir alamet ve işaret ise, gökteki yıldızlar içerisinde büyük yıldızlar ve yıldız takımları da böyle birer işarettir. Güneş'in bir yıl içinde görünürde içinden geçtiği farz edilen gök kuşağı ve bunun yanlarında bulunan takım yıldızları (Zodyak takım yıldızları)na "Burçlar Kuşağı" da denir. Burçlar kuşağı 30 derece uzunluğunda 12 bölgeye ayrılmıştır. Bu 12 burcun teşkil ettiği alana Burçlar Bölgesi denilir. Güneşin ilkbahardan itibaren bir yol boyunca sırasıyla takib ettiği takım yıldızlarına eskiden beri hamel (koç), sevr (boğa), cevza (ikizler), seretan (yengeç), esed (arslan), sünbüle (başak), mizan (terazi), akreb, kavs (yay), cedi (oğlak), delv (kova), hüt (balık) isimleri verilmiştir.
Orta çağdaki filozofların gökler ve yıldızlar hakkındaki bilgileri Kur'an'a ve bugünkü bilimin verilene ters düşer. Onlar, gökleri ve yıldızları Kevn-ü fesaddan ârî, ezelî ve edebî olarak düşünmüşlerdir. Tabiidir ki onlar bu düşüncelerinde eski Grek felsefesinin etkisi altında kalmışlardı.
Modern astronomi ve astrofizik, kâinatta kusursuz bir nizamın, yıldızlar, galaksi ve gezegenler arasında ince hesaplı, büyük bir bilgiyle işlenmiş fevkalade tanzim, tedbir ve dengelerin bulunduğunu göstermektedir. Semanın içindekiler, en küçük gezegenler ile yıldızlardan en büyük galaksilere kadar bir denge durumu biçiminde birbirlerinin çevrelerinde dönerek yol almakta ve birbirlerinden açılıp genişleyerek boşlukta yolculuklarını sürdürmektedirler. Kur'an-ı Kerim'de bu gerçek "Göğü kuvvet (enerji) ile kurduk ve muhakkak biz onu genişletenleriz" (ez-Zariyât, 51/47) denilerek dile getirilmektedir.
Yine Kur'an-ı Kerim'de Allah'ın gökleri yedi kat olarak yarattığını, bunların mükemmel bir düzen içerisinde yaratıldığını; yaratılışlarında düzensizlik, çatlak ve kusur olmadığını (el-Mülk, 67/3-4); göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyük ve hesaplı olduğu, insanların çoğunun bu büyük yaratılışın farkına varamayacakları (el-Müminûn, 23/57) bildirilir. Demek ki yıldızlar ve galaksiler... Yüce Allah'ın azametini ve kudretinin büyüklüğünü ilân etmeleri için yaratılmışlardır. Yine "O, yıldızları, kara ve denizin karanlıklarında yol bulasınız diye sizin için yaratandır" (el-En'âm, 6/97).
Dünyamızın son mürşid-i kamili olan Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) da, uzaya ve kainata dair çok dikkat çekici izahlar yapmıştır:
"Yumurtanın beyazı, sarısını kuşatıp etrafında bir daire oluşturduğu gibi, birinci kat sema da , dünya ile diğer gezegenleri ihata ederek kuşatmıştır. Bu dünya birinci kat semanın yanında bir yüzüğün Arabistan yarımadasında işgal ettiği yer kadar mekan tutar. Semadaki her üst kısımda bulunan tabaka da; genişlik ve azamet bakımından altta bulunan tabakaya göre o oranda azim ve büyüktür.
(Yani birinci kat sema, ikinci kat semaya kıyasla Arabistan yarımadasındaki bir yüzük kadardır,
ikinci kat sema, üçüncü kat semaya kıyasla Arabistan yarımadasındaki bir yüzük kadardır,Yedi kat semanın biribirlerine oranları hep bu şekildedir.)
Dünyaya en uzak yıldız ne kadar mesafede ise oradan birinci kat semaya da o kadar mesafe vardır. Gezegenler arasındaki mesafe ışık hızı ile ölçülür. Işık saniyede "üç yüz bin kilometrelik" muazzam bir mesafe kat eder. Yeryüzüne iki saniyede akis ettiğine göre, dünyaya en yakın yıldızın "altıyüzbin kilometre" ötede olduğu anlaşılıyor. Alem-i kebir içinde daha binlerce, milyonlarca ve milyarlarca sene ışığı henüz dünyamıza ulaşmayan bir çok yıldızlar vardır." der Süleyman Efendi Hazretleri...
7 kat semanın üzerindeki sema katlarına dair verdiği bilgileri de şöylece derleyebilriz:
7 kat semadan sonra gelen bu beş kat semada da aynı oran mevcuttur. Her biri, kendilerinden bir üstteki sema katına kıyasla, Arap yarımadasındaki bir kum tanesi misali küçük kalır. Bu katların vasıflarını anlamak çok derin islami ilimler gerektirir. Cennet ve cehennem şu anda fiilen mevcuttur ve Alem-i Arş-ı Azamdadır. Arş-ı Ala’dan sonraki Levh-i mahfuz, Kalem-i ilahi ve Alem-i emirde ZAMAN ve MEKAN kavramları yoktur. Bunlar maddi ve fiziki alemler değildir. Melekut alemleridir. Diğer alemler gibi bunlar da Allah’ın yarattıkları alemlerdir fakat o alemlerde zaman ve mekân diye bir şey bilinmez. Levh-i mahfuz, kader ile alakalıdır. Bu güne kadar olmuş ve olacak her şey orada yazılıdır ve mahfuzdur(korunmuştur.) Yeryüzünden Alem-i Emrin sonuna kadar olan ve asla akılla ölçülmeyecek kadar korkunç bir büyüklükte olan alanın/gök katlarının hepsine birden daire-i imkân denilir. İşte kâinat/evren daire-i imkandan ibarettir. Ama Alem-i Emrin üzerinde, yani kâinatın üzerinde de katlar vardır ve buraya Daire-i vücub denir. Yeryüzünden Alem-i Emrin sonuna kadar olan Kâinat, Daire-i vücubun yanında okyanustaki damla misali küçücüktür.
Derleme: Mehmet Fahri Sertkaya
Uzay ve dünya dışı yaşam konularında birbirinden dikkat çekici yayınlar www.SpaceExplorer.TV sitemizde
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.