Cülus |
Oğuz ve Selçuklularda hükümdar, şehzâdeler arasından seçilerek tahta geçirilirdi. Oğuzlarda seçimi kurultay, Selçuklularda ise önceleri il ve boy beyleri; sonra vezirler, emirler topluluğu yapardı. Osmanlılarda başlangıçta bu usûl uygulandı. Meselâ Orhan Gâzİ, ahiler tarafından; Yıldırım Bâyezîd, beyler tarafından hükümdar seçildiler.
Çelebi Sultan Mehmed Han, kendisinden sonra büyük oğlu Murâd Bey’i pâdişâh yapmalarını devlet erkânına vasiyyet etmişti. Buna karşı amcası (Düzmece) Mustafa ve kardeşi Mustafa Çelebi, saltanat iddiasıyla karşı çıktılar ise de, beylerin, Murâd Han’a sâdık kalarak büyük bir azim ve kararlılıkla hareket etmeleri üzerine başarılı olamadılar.
Fâtih Sultan Mehmed Han, Kânûnnâme’sine koyduğu bir madde ile, saltanat makamına geçmek için yaş mes’elesini mevzûbahs etmeyerek; “Evlâdımdan her kime saltanat müyesser ola, kardeşlerin, nizâm-ı âlem içûn katletmek münâsibtir. Ekser ulemâ dahî tecvîz etmiştir. Ânında âmil olalar” kaydıyla, devletin tek elden idaresini kabul etmişti.
1574 yılından sonra, mevcûd şehzâdelerin eyâletlerde vâlilik etmeleri usûlü kaldırılarak, içlerinden en yaşlı olanlardan birinin hükümdarlığa namzed olarak sancağa çıkarılması kânun hâlini aldı. Bu usûl, saltanat varisliğine doğru atılmış ilk adımdı. Nitekim çok geçmeden 1617 yılından îtibâren Osmanlılarda pâdişâhlığın hânedân içinde en yaşlısına intikâli kabul edildi.
Osmanlılarda saltanat süren pâdişâhın vefâtı veya saltanat hal’i üzerine yerine geçen pâdişâhların cülûsları merasimle yapılır ve hiç vakit geçirilmeden yeni pâdişâha hemen o gün bîat olunurdu. Eğer pâdişâh gece vefât etmiş ise merasim sabah erkenden yapılırdı. Yeni pâdişâhın cülûsu gün ve saati teşrîfâtcı tarafından merasime iştirak edecek olanlara derhâl bildirilirdi.
Pâdişâhın tahtı, bâbüssaâde denilen Akağalar kapısı önüne kurulurdu. Bundan sonra dârüssaâde ağası silahdâr ağa ile birlikte yeni pâdişâha giderek onu babasından, amcasından veya ağabeyinden boşalan tahta davet ederdi. Bundan sonra yeni pâdişâh has oda önündeki demir kapıdan çıkarak taht odasına geçer, burada Hırka-i Saadet yanında iki rekat namaz kılarak şükrederdi. Bundan sonra cülûs törenine gitmek üzere saltanat alâmeti olan Yûsuf’i destâr (Yavuz Sultan Selîm Han’ın Mısır’dan getirdiği mukaddes emânetlerden Yûsuf aleyhisselâma âid olan başlık)’ı ve samur erkân kürkü giyer, dışarı çıkardı. Bâbüssaâde önünde kurulmuş olan tahta oturur ve merasim başlardı.
Kânun îcâbı olarak sırasıyla Nakîb-ül-eşrâf, Kırım hanzâdesi, saray ağaları ve rikâb ağaları ile kapıcıbaşı âzalarının tebriklerinden sonra huzura şeyhülislâm gelir, kısa bir duâdan sonra bîat eder, onu sadrâzam, vezirler ve diğer devlet erkânı tâkib ederdi. Cülûs töreni teşrifatçıların etek öpmesiyle biter, yeni hükümdar, huzurda bulunanları selâmlayarak has odaya geçerdi. Burada biraz dinlendikten sonra, vefât eden pâdişâhın cenaze namazına katılırdı.
Cülûs töreni, kılıç alayı ve türbe ziyaretleri ile tamamlanırdı (Bkz. Kılıç Alayı), önce bütün hükümdar türbelerini içine alan ziyaret, sonraları sâdece Fâtih Sultan Mehmed Han’ın türbesine yapılır oldu. Yeni pâdişâhın cülûsu haberi derhal İstanbul’da tellallar vasıtasıyla ve toplar atılarak îlân olunurdu. Ayrıca bütün Osmanlı ülkesine fermanlar gönderilerek tamim edilir ve şenlikler yapılırdı. Cülûs töreninden sonra, hükümdar cülûs bahşişi dağıtırdı.
Cülûs Bahşişi: Cülûs bahşişi verme usûlü Osmanlılardan evvelki İslâm devletlerinde de vardı. Osmanlılardaki cülûs bahşişleri iki türlü idi. Birisi belli ve kânunda belirtildiği gibi bir defaya mahsus olarak verilir, diğeri ise, askerlerin ulufelerine zam suretiyle icra edilirdi. Tahta çıkan her pâdişâhın; “Kullarımın bahşiş ve terakkîleri makbûlümdür, verilsin” suretinde lisânen tasdîk etmesi ve bu tasdiki askerin işitmesi usûlden idi.
Bu bahşişten yalnız asker değil büyük ve küçük bütün me’murlar istifâde eder, sadrâzam ve şeyhülislâma otuzar bin akçe verilirdi.
Osmanlı târihinde ilk defa cülûs bahşişi, 1389 târihinde Kosova sahrasında pâdişâh seçilen Yıldırım Bâyezîd Han tarafından Kapıkullarına verilmiş ve bu usûl sultan birinci Abdülhamîd’in cülûsuna kadar devam etmiştir.
Cülûs bahşişi verilmesi, Fâtih tarafından kânun hâline getirilmiş, Yavuz Sultan Selîm Han da cülûs bahşişinde ödenecek paraları tesbit etmiştir.
İlk zamanlarda pâdişâhların bir ihsânı şeklinde olan cülûs bahşişi, sonları pâdişâhların bir lütfü olmaktan çıkmış ve bu bahşiş uğrunda bir hayli ihtilâller olmuştur.
Cülûs Bahşişi Dîvânı: Cülûs bahşişi verilmek üzere toplanan dîvân, Cülûs bahşişi kânununda, bu paranın dağıtılması emrinin pâdişâh tarafından sözle bildirilmesi şart olduğundan, bu iş için dîvân normal bir toplantı yapar ve bahşiş parasının hazırlanmış olduğunu bildiren bir telhis yazılır, kapıcılar kethüdası ile bâbüssaâde ağası eliyle pâdişâha sunulurdu. Pâdişâh bir taraftan bahşişin dağıtılması için yazılı izin verirken, sözle de; “Kullarımın bahşiş ve terakkîleri makbûlümdür, verilsin” diyerek dîvâna haber gönderirdi. Hazırlanan bahşiş keseleri, ulufe dağıtımındaki esaslara göre ilgililere verilirdi. Bahşiş dağıtımı bitince vezirler arza girerlerdi. Bu merasime defterdâr katılmazdı.
Cülûs Çıkması: Pâdişâhların cülûsları münâsebetiyle yapılan çıkmalar hakkında bir tâbir. Buna büyük çıkma, umum çıkması da denilirdi. Çıkma me’zuniyet demek olup, acemilerin yeniçeri ocağına kayıt ve kabulleri, saray hizmetlerinde bulunanların taşra hizmetlerine veya saraydaki odalardan birinden diğerine me’mur edilmeleridir.
Cülûs Tebliği: Yeni pâdişâhın Osmanlı tahtına oturmuş olduğunu, münâsebette bulunan devletlerin hükümdarlarına gönderilen elçilerle bildirmektir. Bundan başka İstanbul’da devamlı bulunan elçilere de tercümanlar aracılığıyla birer nâme gönderilirdi.
Bu tebliğ üzerine yeni pâdişâhı tebrik etmek üzere İstanbul’a gelen elçiler, pâdişâh tarafından özel bir törenle kabul edilirdi.
Yeni pâdişâhın tahta geçtiği, Osmanlı tebeasına fermanla duyurulur ve hutbenin yeni hükümdar adına okunması bildirildiği gibi, devlet içindeki il darphânelerine gönderilen başka bir hükm-i şerîf ile de, paranın yeni hükümdar adına basılması bildirilirdi. Bundan başka Kırım hanına da özel bir kapıcıbaşı gönderilmek suretiyle yeni pâdişâhın cülûs ettiği haber verilirdi.
Cülûsiyye: Pâdişâhların saltanat tahtına çıkmaları münâsebetiyle söylenmiş manzume veyahut yazılmış makaleler. Önceleri kasîde tarzında kaleme alınan cülûsiyyeler, ikinci Abdülhamîd Han devrinde mensur olarak yazılmaya başlanmıştır. Cülûsiyyelerde, yeni hükümdarın tahta çıkmasıyla memleketin daha çok huzura kavuştuğu ve halkın neşesi anlatılır.
Sultan Osman için Nef’î’nin yazdığı cülûsiyyeden bir beyt şöyledir:
Şehinşâh-ı adâlet-pişe Osman Hânı Sânî kim,
Vücuduyla hayât-ı taze buldu mülk-i Osmânî.
------------------------------------------------------------------
1) Târih ve Edebiyat Mecmuası; sh. 453
2) Rehber Ansiklopedisi; cild-3, sh. 255
3) Osmanlı Târih Deyimleri; cild-1, sh. 212
4) Osmanlı Devletinin Saray Teşkilâtı; sh. 56, 184
5) Teşrîfât-ı Kadîme; sh. 115
6) Sancağa Çıkarılan Osmanlı Şehzâdeleri (İ.H.Uzunçarşılı; Belleten, cild-39, sayı 156, Ekim-1975)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.