“Müttefik Devletler Kuvvetler Komutanı Sir Harington’a Mustafa Kemal ile yardımlaşmak için geniş selahiyetler verildi.”
Yunanlıları denize dökerek “Kurtuluş Savaşı”ndan galip (!) ayrılan Ankara Hükümeti barış görüşmelerine hızlı bir şekilde başlama kararı almıştır. İşin ilginç tarafı “Kurtuluş Savaşı”nda İtilaf Devletine karşı savaşılmasına rağmen tarih kayıtlarında sadece Yunanlıların İzmir’de denize dökülmesi (!) geçmektedir. İngilizler ise hala İstanbul’dadır ve işi bitene kadar da orada kalacaktır.
Görünen o ki İttifak kurarak Osmanlıyı parçalamak isteyen İngiltere’nin esasında Türkiye’yi kimseyle paylaşmak gibi bir niyeti yoktur. Nitekim Fransızları İtalyanları ve sair devletleri Türkiye’den siyasete uygun bir şekilde uzaklaştırıp tek başına egemen olma düşüncesinde olduğu yaptığı manevralarla açığa çıkmaktadır.
İtilaf Devletleri Başkumandanı İngiliz Sir Harington’dur. Yani İtilaf Devletlerin komutası İngilizlerin elindedir. Yunanlıları savaşa dahil edenlerin de İngilizler olduğunu biliyoruz. Peki ya şuna ne demeli; 24/3/1940 tarihinde Harington'un ölümünden iki gün sonra Londra Times gazetesi onunla ilgili bir makale yayınlandı. Bu makalede aynen şöyle denilmektedir: "1921 de Yunanlılar Türklere yönelince Müttefik Devletler Kuvvetler Komutanı Sir Harington’a Mustafa Kemal ile yardımlaşmak için geniş selahiyetler verildi."
Bilindiği gibi Yunanlılar İtilaf Devletlerinin içindedir öyleyse Harington’a niçin M.Kemal’le yardımlaşmak için yetki verilmektedir? Bu yetki ne kadar kullanılmıştır? Kimler ve nasıl bu yardımdan nasiplenmiştir. Tüm bunları bilmek için kahin olmaya lüzum yoktur. Buradan tarihe bakınca her şey gayet açıktır.
Görünen o ki İngilizler iki taraflı oynamaktadır. Bir taraftan itilaf Devletlerini istedikleri şekilde yönlendirirken diğer taraftan Ankara Hükümetini el altından desteklemektedir. El altından desteklemesi Halifeyi kuşatma altına alarak siyasetten uzak tutmakla onu çaresiz kılıp Ankara Hükümetine “kurtarıcı” vasfını bahşetmekle gerçekleştirmektedir.
Nitekim Yunanlılarla yapılan savaşın neticesinde hemen barış görüşmeleri başlatılmıştır. Mudanya ile “Şark İşleri Konferansı”nın ilk adımı atılmıştır. Böylece “kurtarıcı” Ankara Hükümeti rüştünü ispat etmişti. Şimdi sıra isteklerin yerine getirilmesine kalmıştı.
Planın en zor kısmı da tam burasıydı. Keza sipariş listesinin en başında hilafetin kaldırılması yazmaktaydı. Bu sipariş kabul edilir cinsten değildi. Çünkü mesele İslam’ın vazgeçilmezlerinden birinin ortadan kaldırılmasıydı.
Lozan’daki barış konferansının başlamasından kısa bir süre önce Ankara Hükümetine emri vaki yapılan hilafetin kaldırılmasının imkânsız olduğu söylenince İngilizler kıvrak bir manevrayla Lozan’a Ankara Hükümetinin yanı sıra Osmanlıyı da davet etti. Böylece Ankara Hükümetine nota gönderilmiş oldu. Mesaj şuydu; bizim isteklerimizi yerine getirmezseniz sizi yok sayarız ve Osmanlıyla barış görüşmelerini yaparız. Bu mesaj Ankara’da şok etkisi yaptı ve hemen harekete geçildi.
Hilafetin birden kaldırılması akılsızlık olurdu. İşe halifenin yetkilerinin kısıtlanması ve elinden alınmasıyla başlanıldı.
Halifeden Saltanat yetkisi alınması da olaylı oldu. Meclis böyle bir adımı kabul edecek kadar şahsiyetsiz insanlardan kurulu değildi. M.Kemal’in Vahdettin’in azledilip saltanatın Meclise verilmesi teklifini görüşmek için bir komisyon kuruldu. Komisyon araştırma ve istişarelerden sonra bu teklifi reddetti. Bunun üzerine kürsüye çıkan M.Kemal şöyle dedi: "Efendiler! Osmanlı Sultanı hakimiyetini milletten kuvvetle almıştır. Millet de onu ondan kuvvetle geri almaya azmetmiştir. Saltanatın mutlaka hilafetten ayrılıp ilga edilmesi lazımdır. Siz muvafakat etseniz de etmeseniz de bu olacaktır. Çaresiz bazılarının başları bu arada kesilecek!"
Yanında silahlı adamları olduğu halde şöyle devam etti: "Ben inanıyorum ki Meclis bu teklifi ittifakla kabul edecek. Elleri kaldırarak tasvip kafidir." Bu sırada teklif tasvibe arz edildi. Çok az sayıdaki mebus teklifi kabul ettiklerinin işareti olarak ellerini kaldırdılar. Fakat Reis "Meclis teklifi ittifakla kabul etmiştir" diyerek neticeyi ilan etti. Mebuslardan bazıları sıraların üzerine çıkarak "Bu doğru değildir. Biz muvafakat etmiyoruz" diye itiraz ettilerse de Mustafa Kemal'in adamları onları susturdu. Ortalık karıştı sesler yükseldi. Sonra celse dağıldı. Bundan sonra Meclis tarafından Vahdettin’in yerine Abdülmecid Müslümanların halifesi olarak ilan edildi.
Bu olay üzerine Vahdettin “İslam alemine bir beyanname” adıyla kaleme aldığı yazıda Ankara ve İstanbul arasındaki ihtilafın giderilmesi için fedakarlık göstermede kusur etmediğini fakat Hilafetin hüküm ve nüfusundan soyutlanması ile başkentin İstanbul’dan Anadolu’ya geçirilmesine karşı çıktığını belirttikten sonra “Onlar ve bütün aklı selim sahipleri bilmelidir ki dünyada en büyük makam ve en büyük mansıp olan hilafet ve saltanata irsi olarak hak sahibi olan bir şahıs için vatan ihaneti gibi bir adi suç işlemeye hangi etken ve emel ve göz dikilecek şey olabilir.?....Ceddim Gazi Osman devrinden I.Selim’e kadar Devlet-i Osmaniye olarak adlandırılan bir Türk saltanatı mevcut idi. Buna I.Selim’den sonra hilafet eklenerek bir ‘Saltanat-ı Muhammediye’ vücuda geldi. Şimdi bana haksızca vatan ihaneti isnad edenler hilafeti gücünden ve etkisinden soyutlayarak ve hukukunu ortadan kaldırarak Saltanat-ı Muhammediye’yi yıktılar ve bununla yalnız vatanlarına değil bütün İslam alemine hıyanet ettiler.” diyerek arzı hal etti.
M.Kemal ise Akşam Gazetesine verdiği bir demeçte “Tarihimizin en mutlu dönemi hükümdarlarımızın halife olmadıkları zamanlardır. Ne Acemler ne Afganlılar ne Afrika Müslümanları İstanbul halifesini asla tanımadılar. Biz halifeyi eski ve saygıdeğer bir geleneğe saygı duyarak yerinde bıraktık. Halifeye saygımız vardır.” diyerek ileride uygulamak istediği planlarının ipuçlarını vermekteydi.
Böyle bir oldubittiyle halifeden saltanat yetkisi alındı. Bu olay Lozan’a davet edildikten 14 gün sonra yani 1 Kasım 1922 de vuku bulmuştur. Böylece İngilizlerin notası tutmuş ve iyi niyet göstergesi olarak ilk adım atılmış Allah’ın halifeye verdiği haklar o’ndan gasp edilmiştir. Bu gelişmelerden sonra Ankara hükümeti artık Konferansa tek muhatap olarak gitmeyi hak etmişti.
2010-08-26
Kaydol:
Kayıt Yorumları
(
Atom
)
Bu ay öne çıkanlar
-
DEVELİ AĞIR CEZA MAHKEMESİ ESAS NO : 1980 / 77 KARAR NO : 1981 / 63 C. SAV. NO : 1980 / 309 BAŞKAN : Metin YÜKSEL 19030 SANIK : MUSTAFA ...
-
Türkeş Arusiler'le gizlice görüşürdü 25 Ağustos 2001 günü, Musevi kökenli ünlü iş adamı Üzeyir Garih Eyüp Mezarlığı'nda bıçaklana...
-
Alparslan(Hüseyin Feyzullah) Türkeş'in Bağlı Olduğu Yahudi Tarikatı ALPARSLAN TÜRKEŞ'İN BAĞLI OLDUĞU "ARUSİ TARİKATI" Müsl...
-
Alparslan Türkeş, Küçük Hüseyin Efendi, Üzeyir Garih cinayeti ve Kripto Yahudiler Alparslan Türkeş'in gerçek ismi olan Hüseyin Feyzullah...
-
Alparslan Türkeş, Osmanlı'nın Kıbrıs'a sürgün ettiği bir Yahudi ailesinin ferdiydi. Gerçek adı Hüseyin Feyzullah'tı... Arusilik ...
-
Mehmet Akif Ersoy Hakkındaki Acı Gerçekleri Görmezden Gelemeyiz "Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi" mısrası ile uzun süre...
-
Türkiye'nin Gizli Zenginlerinden ve KOÇ'un Gizlenen Ortaklarından Burla Biraderler Kimlerdir? Koç'un gizli ortağı: Burla Birader...
-
Sabetayistlerin Üsküdar Bülbülderesi Mezarlığı ve Mezar Taşları Üzerindeki İsimler Atatürk‛ün akrabaları Kapancı‛lar bu mezarlıkta. Mezarlar...
-
SEMA : Tavan, gök; yukarı, üst; her bir şeyin üst tarafı; yörünge; yukarı taraf anlamlarına gelir. Allahü Teala yedi semâ (7 kat gök) y...
-
Anıtkabir Mason Tapınağı Örnek Alınarak mı Yapıldı? Atatürk için yaptırılan Anıtkabir’e model olarak ABD-Washington’daki Mason tapınağı nede...
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.