israil'in kurulması süreci etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
israil'in kurulması süreci etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2013-08-30

Adolf Hitler gizlice Müslüman olmuştu ve bu yüzden mağlup olmuştu


                                                        

2. dünya savaşı, adolf hitler, almanya, büyük israil projesi, hasan arıkan, hitler yahudi miydi?, II. Dünya Savaşı, israil'in kurulması süreci, Siyonizm, süleyman hilmi tunahan

                                                              
hitler


Hitler'i iktidara Siyonistler getirmiş, ordusunu, hava kuvvetlerini bile Siyonistler kurmuştu. Ama o sonradan gizlice Müslüman oldu ve Müslümanların menfaatine, Siyonistlerin aleyhine mücadele etti. Sonu da Siyonistlerin elinden oldu.

Dönemin Kudüs Müftüsü olan ve Hitler ile yakından tanışan Emin el Hüseyni, Hitler'in Müslüman olduğunu söyleyenlerden, buna şehadet edenlerden biridir.

Silsile-i Saadatın 33. ve son halkasını teşkil eden Süleyman Hilmi Tunahan kuddise sirruhu da, Hitler'in gizlice Müslüman olduğunu ifade edenler arasındadır. Süleyman Efendi, yetiştirdiği yakın talebelerine bu bilgiyi aktarmıştır. Kendisinin yetiştirdiği talebelerinden Hasan Arıkan Hocaefendi de bir sohbetlerinde bu bilgiyi şu şekilde aktarmıştır:


Hazreti Üstazımız Sultan Abdülhamit Hazretleri için ‘Dünyada ve ahrette onun müdafaasını ben yapacağım.’ Buyurmuş. Hakkında çok iftiralarda bulundular ama güneş balçıkla sıvanmaz, artık gerçekler konuşulur oldu, anlatılır oldu. Kızıl sultan değil ulu hakan’dır. Asrındaki devlet adamları Sultan Abdülhamit’i takdir ediyorlar. İngiliz hariciye vekili düşmanı olduğu halde ‘ Hasmımdı ama onun vefatıyla diplomasi mesleği zevkini kaybetti’ diyor. Alman kralı II Kaiser Wilhem’e yakınları ‘ görüştüğünüz devlet adamları hakkındaki kanaatiniz nedir?’ diye sorduklarında diyor ki: ‘Fransız kralı ile görüştüm kendimden aşağı buldum. Japon imparatoru ile görüştüm basit buldum. İngiliz kralı ile görüştüm kendi ayarımda buldum. Ne zaman ki Osmanlı sultanı Abdülhamit Han ile görüştüm; heybeti, zekâsı ve nezaketi karşısında beni bir titreme aldı’ diyor. Kaiser Wilhem iman etmiş gizliden. Ben bunu Hz. Üstazımızdan duydum. Ve döndüğü zaman Berlin’de de bir cami yaptırıyor. Hitler de imanlı insanlarmış. Hz Üstazımız ‘sizin kardeşinizdir’ demişti. Gizlice Müslüman olmuş. Mağlup olmasının sebebi de 2. cihan harbinin İslam'a faydası oldu. Yani Hitlerin faydası oldu. Pakistan, Hindistan vs. Müslüman memleketler bu harp vesilesi ile istiklale kavuştu. Gittiği yerlerde Müslümanlara zararı olmamış. Mağlup olmasının bir sebebi de, İngiliz casusları, Hitler cephede namaz kılarken gizlice fotoğrafını çekmişler, alman general ve padişahlarına fotoğrafı dağıtmışlar, Paşaların Hitlere bağlılığı gevşeyiveriyor. İşte sizin itaat ettiğiniz Müslümandır falan diye.. Hitler çok ateşli konuşurmuş, sert hatipmiş. Alman orduları Lenin Gard’a yaklaşmış, üç gün art arda radyoda söylüyor: ‘Cenaba-ı Hak kendine isyan edenleri te’dip, onlara su’i azap ile tağzip için her asırda bir şahsiyeti gönderir.’ ‘Bu asırda da Cenab-ı Hak kendine isyan edenleri te’dip, onlara su’i azab ile tağzib için beni gönderdi’ diyor. Üç gün arkası arkasına radyoda beyanat veriyor. Bu bir ayet mealidir. Cenaba-ı Hak ( Araf suresinin 167. ayeti celilisinde: RABBİN İLAN EDİYOR Kİ KIYAMETE KADAR İSYAN EDENLERİ TE’DİP, ONLARA SU’İ AZAP İLE TAĞZİP İÇİN BİR ŞAHSİYETİ GÖNDERİR) Ayet bu, Hitler ayet okuyorum demiyor.

****
"Allah, her devirde, yoldan çıkmış milletleri cezalandıracak birini gönderir. Bu devirde o kişi benim."

| Adolf Hitler



ABD'nin dış siyaseti tamamen Yahudi Lobisinin elindedir. Hedefleri Büyük İsrail Devleti'dir.

ortadoğu
ortadoğu

YENİ ORTADOĞU RESMİ; MİTLER VE TÜRKİYE

"Mısır Irmağından büyük ırmağa, Fırat nehrine kadar bu diyarı senin zürriyetine verdim."
Tekvin, 15/18

ASLINA BAKILIRSA, bölgedeki ABD'nin çıkarları İsrail'in çıkarlarıyla örtüşüyordu. Kaçınılmaz bir zorunluluktu bu. işte bu örtüşen çıkarlar da kaçınılmaz bir şekilde Türkiye'ye İsrail'i dayatıyordu. ABD başkanlarından Carter'ın "İsrail'in başarısı politik bir mesele değildir. Olması şart olan bir inançtır" sözü ABD'nin İsrail'le olan ilişkisini gözler önüne seriyordu. Şöyle diyordu Carter: "İsrail'i üzeceğime politik hayatıma son vermeyi tercih ederim." (Middle East Contemporary Survey, Colin Legum, sh. 30)

ABD Parlamentosu'nda yaklaşık 20 yıl senatörlük yapan Paul Findley, ABD dış politikasının belirlenmesinde Yahudiler'in ne denli belirleyici olduğunu anlatan ABD'de İsrail Lobisi adlı kitabında son derece çarpıcı bazı gerçeklerin altını çiziyordu. Arap-İsrail anlaşmazlığının çözümü için özel bir çaba sarfeden ve bu amaçla İsrail işgali altındaki Lübnan'da bulunan Sabra, Şatilla, ve Tel-Zaatar kamplarını yakından inceleme gereği duyan Findley, Yahudi lobisinin yoğun ve ısrarlı kampanyası dolayısıyla sonunda seçimleri kaybetmişti. Nitekim İsrail lobisinden bir yetkili bu olayı şöyle değerlendiriyordu:

"Sonunda Findley'i defettik. Rakibi Durbin'in harcadığı 750 bin doların 685 binini biz Yahudiler'den topladık ve onu defettik."

İsrail Lobisi ile kararlı bir mücadeleye girmekte gecikmeyen, Findley, Lobi ile ilgili bütün kuruluşların faaliyetlerini tüm imkanlarını kullanarak araştıracaktı. Yaklaşık iki yıl süren araştırmasında Findley, ABD dış politikasının neredeyse Yahudi lobisi tarafından yönlendirildiğini iddia ediyordu. Kitabı tamamen bunların kanıtlarıyla dolu olan Findley, Demokratların İllionis vali adayı Adlai E. Stevenson'un başına gelenleri şöyle yazıyordu:

"Stevenson, İsrail'in işgal ettiği topraklarda yerleşim bölgeleri oluşturmasını engellemeye çalışan bir de tasarı hazırlamıştı. Bu olay hem Carter hem de Reagan yönetimlerince yasadışı ve barışın önündeki en önemli engellerden biri olarak gösterilmişse de, yönetimler kınama mesajları yayınlamaktan başka hiçbir şey yapmamışlardı. Stevenson hazırladığı tasarı ile, İsrail yeni yerleşim bölgeleri kurmaktan vazgeçinceye kadar, yapılması düşünülen 150 milyon dolarlık yardımın dondurulmasını öneriyordu. Yardım tamamen dursun demiyor, sadece o yıl yapılması kesinleşen 2.18 milyon dolarlık yardımın bir kısmı dondurulsun diyordu. Tasarı hakkında konuşurken, Stevenson, İsrail'in aldığı Amerikan yardımının Amerika'nın tüm ülkeler için ayırdığı yardım bütçesinin yüzde 43'ünü oluşturduğunu özellikle vurgulamıştı:

"İsrail'e gösterdiğimiz bu cömertlik ve önceliğin faturasını kendi insanlarımızın ekmeğinden keserek ve Amerika'nın özgür dünyadaki veya gelişmekte olan ülkelerdeki yaşamsal çıkarlarını tehlikeye atarak ödüyoruz. Eğer verdiğimiz para ve destek Ortadoğu'da istikrar sağlayacak ve İsrail'in güvenliğini garanti altına alacaksa bir işe yarar. Ama görünen o ki, verilen yardım ABD'nin İsrail'in güdümüne daha fazla girmesine, Ortadoğu'nun daha çok karışmasına, İsrail'in daha fazla tehlikeye düşmesine ve ABD'nin dünyadaki otoritesinin durmadan daha fazla kaybolmasına neden oluyor. Burada sorun İsrail'e yaptığımız yardım değildir. Sorun, İsrail'in barış çabalarına ve adaletin yerine getirilmesine ne kadar yardımcı olduğudur. Önerdiğim şey, İsrail hükümetinin, İsrail'in çıkarlarının bizimkilerle uyum içinde olması gerektiğini anlamaya çalışmasıdır."

Tasarı, tıpkı Hatfield'inki gibi büyük çoğunlukla reddedildi. Oylamadan sonra birkaç senatör, Stevenson'ın yanına gelerek, "Adlai, çok haklısın ama neden sana karşı oy kullandığımızı anlarsın. Belki gelecek sefere" dediler. Hayır, Stevenson anlamamıştı. Stevenson Lobi'yi yeterince tanımıyordu daha. Lobi'nin başka bir "cephe"de işe koyulduğunu sonradan anlayacaktı. Bu cephe, Yahudi Lobisi'nin en güçlü olduğu cephelerden biridir, yani medya cephesi. Tasarıyı hazırlamasının nedenlerinden biri olarak da medyayı göstermişti. Çünkü halkın böylesine önemli bir konudan haberdar olmak isteyeceğini düşünmüştü. Ancak haber servisleri bu olayla hiç ilgilenmediler. Problemin önemli boyutlarından biri de budur. Sadece Amerikan politikacıları sindirilmemiş, Amerikan gazetecileri de sindirilmişlerdir.

Anti-Stevenson kampanyasını yürütenler onu Araplar'ın yürüttüğü ekonomik şantajın destekleyicisi olarak da göstermeyi uygun buldular. Bu öylesine uydurma bir hikayeydi ki, anlamak için Stevenson'ın Senato'da görev yaptığı süredeki siciline bakmak yeterdi. 1977'de yürürlüğe giren ve Amerikan şirketlerinin Araplar'ın İsrail'e uyguladıkları ekonomik boykota katılmalarını yasaklayan yasayı hazırlayan kişiydi. Ama anti-kampanya yürütenler oturup Stevenson'ın hayatım yeniden yazdılar. Stevenson boykotu kaldırmaya çalışanları engellemekle suçlanıyordu.

Aslında tasarının sağ salim yasallaşmasını sağlayan da oydu. Bu başarısından dolayı, Amerikan Yahudileri Konseyi'nden bir başarı plaketi ve bol bol övgü almıştı. Ulusal Yahudi Kuruluşları Konseyi'nin Başkanı Thedore R. Mann, Stevenson'a yazdığı bir teşekkür mektubunda, "örgütünün kendisine duyduğu minnettarlığı" aktarıyordu. Mann mektubunda, "Hazırladığınız tasarının yasallaşması, sadece Amerika'nın adalet için gösterdiği çabaların Amerikan Yahudileri tarafından bir kez daha anlaşılması için bir vesile olmamış, daha da önemlisi, ulusumuzun ilkelere ve ahlaka olan duyarlılığının da bir kez daha kanıtlanmasını sağlamıştır" diyordu.

(...) Stevenson valilik seçimlerini eyalet tarihine geçen en az oy farkıyla kaybetti. Aradaki fark sadece 5.074'tü. Bu rakam 3.5 milyon olan toplam oy oranının yüzde onunun yedide birine eşitti.

Time dergisinin yazdığı gibi, seçim günü öyle düzensizlikler ve karışıklıklar olmuştu ki, böyle şeyler yalnızca güldürü filmlerinde olabilirdi. Seçim öncesi Chicago'nun çeşitli bölgelerinde onbeş seçim sandığı anlaşılmaz bir şekilde ortadan yok oldu. Başka bazı sandıklar da sandık görevlilerinin arabalarında ya da evlerinde "unutulmuştu." Stevenson sandıkların yeniden sayılmasını istedi ama.İllionis Yüksek Mahkemesi 4'e karşı 3 oyla reddetti. Sandıklar gayri resmi olarak tekrar sayıldığında ise, aradaki farkın 5000'den 7000'e fırladığı görülmüştü.

Seçim sonrasında, tarafsız bir Chicago gazetesinde yayınlanan başyazı, karalama kampanyasının seçimler üzerinde ne denli etkili olduğundan söz ediyordu:

"Chicago bölgesi Yahudiler'inin son anda giriştikleri yoğun çaba, eski vali Thampson'ın koltuğuna göz dikmiş olan Adlai Stevenson'ın hevesini kursağında bıraktı. Seçimlere bir hafta kala, pek çok Chicagolu ve taşralı haham Stevenson'ın aleyhinde vaazlar verdiler. Yahudi yerleşim bölgelerinde binlerce el ilanı dağıtıldı. Herkes eski senatöre cephe almıştı."

Yapılan saldırıları ayrıntıları ile anlatan yazı şöyle sona eriyordu:

"Büyük bir kararlılıkla yürütülen anti-Stevenson kampanyası, Stevenson çoğu kez suçlamalara cevap vermediği için olsa gerek, başarıya ulaştı ve daha önceki Senato seçimlerinde ona ve politikalarına güvenen 248.000 seçmenin oylarını Thompson'a vermelerine neden oldu."

Kampanya yöneticisi Joseph Novak, "Eğer o karalama kampanyası olmasaydı, Stevenson bugün koltuğunda oturuyor olurdu" diyor. Chicago'nun uzak yörelerinde, seçimi alacaklarından emin oldukları Highland Park ve Lake Count gibi yerlerde bile yenilmişlerdi. Halkla İlişkiler sorumlusu Rick Jasculca, "Kesinlikle arkadan vurulduk, kesinlikle" diyor ve "Beni rahatsız eden asıl şey, Philip Klutznick'in dışında hiçbir Yahudi liderin veya hahamın, Stevenson'ın İsrail düşmanı olduğu saçmalığını yalanlamaması" diye ekliyordu.

Amerikan-İsrail Halkla İlişkiler Komitesi(AlPAC)'ın başkanı Thomas A. Dine, gözleri pırıl pırıl, zaferin tadını çıkararak konuşuyordu:


"İsrail'e yönelik düşmanca tutumu ona seçimi kaybettirmiştir. İllionisli Yahudi yurttaşların oyları onu defetmeye yetti."
Tıpkı Dine gibi, Stevenson da Yahudiler'in seçimi kazanamamasında önemli rol oynadıklarını düşünüyordu:

Stevenson'ın İsrail Lobisi'nin ABD politik hayatını nasıl etkilediği üzerine yaptığı yorum ise şöyle:

"Korkunç bir sindirme harekatı var ve Amerika'daki pek çok azınlıktan biri olan Yahudi azınlığın eylemcileri ve lobicileri, İsrail hükümetinin aldığı her kararı, yanlış ya da doğru, destekliyorlar. Bu işi yaparken öylesine hırçın ve kararlı yapıyorlar ki, hem insanları sindiriyorlar hem de azınlık olmalarına karşın tüm Amerikan politik hayatını etkiliyorlar. Başka bir deyişle, ABD'deki Yahudi cemaati İsrail'dekinden çok daha güçlü ve tek merkezli. İsrail Başbakanı'nın, Ortadoğu sorunları konusunda Amerikan dış politikası üzerindeki etkisi, kendi hükümetinin üzerindeki etkisinden genelde çok daha fazla." (ABD'de İsrail Lobisi, Pınar Yayınlan, sh. 158-160)
Findley, İsrail'in "Amerikan Dış Politikası" üzerinde ne denli etkin olduğunu, İsrail'in çıkarlarına aykırı hareket edebilecek bütün ABD senatörlerinin nasıl sindirildiğini anlatan 542 sayfalık kitabında herşeyi bütün açıklığıyla anlatılıyordu. Amerikan dış politikası ile Yahudiler arasındaki ilişkiyi anlatan ve Amerika'da milyonlarca satan The Lobby adlı kitabın yazarı Edward Tiunan ise kitabı hazırlarken karşılaştığı bu zorluklarla ilgili olarak şöyle diyordu:

"Konu çok hassas ve politik açıdan tehlikeliydi. Yahudi liderler, kongre üyeleri ve onların dostları Yahudiler'in ABD üzerindeki planlarını örtbas etmeyi tercih ediyorlardı. Bu konuda defalarca uyarıldım."

Kurmay Albay'ın Lobi Yorumu

2012-06-04

Eşkiyalıktan Orduya - Filistin Topraklarında Yahudi Terör Hareketleri

Eşkiyalıktan Orduya - Filistin Topraklarında Yahudi Terör Hareketleri
Eşkiyalıktan Orduya - Filistin Topraklarında Yahudi Terör Hareketleri


Filistin topraklarının Yahudiler tarafın­dan ele geçirilmesi sürecinde,   silahlı Yahudi çetelerinin rolü büyüktür. Bunlar, Yahudilerin Filistin topraklarına daha ilk yasadışı göçlerinden itibaren ortaya çıkmışlardır.

Yahudiler, Filistin'e yaptıkları modern zamanların bu yasadışı göçlerine "Aliyot" veya "Aliyah" derler. 1870-1914 arasındaki ilk "Aliyot" sırasında çeşitli entrika­larla Osmanlı idaresindeki Filis­tin'de kurulan Yahudi yerleşimle­ri (-ki Yahudi kasabaları, semtle­ri, "moşava" denilen köyleri, çift­likleri, "moşav" ve "kvutza" deni­len kooperatif yerleşmelerinden oluşuyordu) etrafında, sözüm ona Arap çetelerinden kendilerini ko­rumak amacıyla silahlı gruplar oluşturmuşlardı.

Haşomer örgütünün Yahudi  militanları, Arap kıyafetleri ile...
Haşomer örgütünün Yahudi
militanları, Arap kıyafetleri ile...

Haşomer


İlk Yahudi yerleşimlerinde, en az bir kişi, bölgeden ve gerekli görüldüğünde hububat yetiştiri­len alanlardaki güvenlikten so­rumluydu. Bu güvenlik görevlisi bir tüfek veya çoğunlukla bir ta­banca taşır, gece ve gündüz, atlı veya yaya olarak dolaşırdı. Böy­lece, bölgede kurulan en önemli Yahudi yerleşimlerinden biri olan Zikhron Ya'akov başta olmak üzere birkaç yerleşim yerinde, genç gönüllülerden oluşan küçük gruplar, güvenliği sağlamaya baş­ladılar. Bu düzensiz gönüllüler, ilk olarak 1907'de, daha sonra İsrail'in ikinci cumhurbaşkanı olacak Yitzhak Ben-Zvi'nin Yafa yakınlarındaki Neve Tzedek'de bulunan evinde toplanarak, "Bar Giora" denilen teşkilâtı oluşturdular. Bu teşkilât, Sejera'da Yahu­di muhafızlar için ilk "komün"leri kurdu. Bu komünlerin çalışan­ları ve muhafızları da birlikte, 1909'da "Haşomer"i kurdular. Ha­şomer, kendisini bir çok Yahudi yerleşiminin güvenliğini sağla­makla sorumlu tuttu. Haşomer, işçilere güvenlik görevi sağlama­sı ve üç katlı hiyerarşisi (Bar Giora gazilerinden oluşan küçük bir çekirdek kadro, geniş çaplı bir aktif muhafızlar ağı ve kendi­lerini '"İşçi Lejyonu" olarak adlandıran Haşomer üyesi Yahudi işçi­lerden oluşuyordu) sayesinde operasyonlarında çabuk organize olmasıyla meşhurdu.

1913'de Haşomer liderliği, Avrupa'daki Siyonist teşkilâtlar ile ilişki kurmaya başladı ama 1914'de başlayan Birinci Dünya Savaşı, bunu kesintiye uğrattı.

Osmanlı idaresi, savaş sırasında düşman ülke vatandaşı olan Ya­hudileri Filistin'den çıkartarak bu silahlı Yahudi grupların da dağıl­masını sağlamaya çalıştıysa da, tam başarılı olamadı. Üstelik, "Yafa Grubu" adıyla, gençlerden oluşan, Tel Aviv ve Yafa'daki Ya­hudilerden sorumlu yeni yeni si­lahlı gruplar da türemeye başla­mıştı.

Dünya siyonist kongresi  Başkanı Haim Weizmann
Dünya siyonist kongresi
Başkanı Haim Weizmann
1909 ile 1920 arasında faaliyet gösteren Haşomer'in önde gelen liderlerinden biri, Yisrael Şohat, diğeri de, aynı zamanda Yafa Grubu liderlerinden Elivahu Golomb idi. Bu arada, Zikhron Ya'akov civarındaki moşavotlarda yaşayan gençler, Gideonite"ler adıyla bir teşkilât kurdular. Savaş sırasında bu teşkilât, İngilizler he­sabına Filistin'de Osmanlı aleyhine gizli istihbarat faaliyetleri yü­rüten ve başında Aaron Aaronsohn isimli Yahudi bir ziraatçinin bulunduğu NILI'nin (Netzab Yis­rael Lo Yeşaker) temelini oluştur­du.


CASUSLAR

Bu teşkilât, bilhassa Osmanlı Ordusu içinde görev yapan an­cak resmen görevlendirilmemiş memur statüsünde bulunan Filis­tinli Yahudileri hedefledi. Os­manlı Ordusu içinde İngilizler hesabına casusluk yapmayı kabul eden Yahudilerden bazıları şun­lardı: Moşe Şarett, Dov Hoz (da­ha sonra firar ederek İngiliz Ordusu'na geçti ve görev aldı), Alexander Aaronson ve Elimelekh Zelikoviç (Avner).

Öte taraftan, 1915'de Mısır'daki İngiliz Ordusu içinde, Yahudi gö­nüllülerden oluşan Siyon Katırcı Kuvveti (Zion Mule Corps) ortaya çıkmıştı. Bu kuvvetin komutası, aslen İrlandalı olan Yarbay John Henry  Patterson  ile  (Yahudi) Yüzbaşı  Joseph   Trumpeldorda  idi.


GÖNÜLLÜLER


Çanakkale Cephesi'nde yar­dımcı bir birlik olarak kullanıl­dıktan sonra fonksiyonsuz bırakı­lan bu Katırcı Kuvveti, Eylül 1917'de Jabotinsky'nin girişimleri sonucu Yahudi Lejyonu'na dö­nüştürülerek. 38'inci Kraliyet Tü­fekli Taburu adı ile İngiliz Ordu­sunda görev almaya devam etti. Birlik, ilk olarak İngiltere'nin gü­neyinde toplandı. Komutası da yine Siyon Katırcı Kuvveti'nin es­ki komutanı Yarbay Patterson'da idi. Şubat 1918’de Mısır'a getirilen lejyon, Filistin'i işgal eden Gene­ral Edmund Allenby'nin komutasındaydı. Ürdün Vadisi'nde Eriha'ya konuşlandırılan ve "'alay" statüsü verilen lejyonun komutan yardımcısı, "teğmen" rütbesi veri­len Vladimir (Ze'ev) Jabotinsky idi.


Bu günkü israil ordusunun çekirdeğini meydana getiren  haganah gerillaları, filistin'de kırsal alanda eyleme giderken
Bu günkü israil ordusunun çekirdeğini meydana getiren
haganah gerillaları, filistin'de kırsal alanda eyleme giderken
 39'uncu Tüfekli Tabur ise 38'inci Tabur'un Mısır'a gitmesinden sonra yine İngiltere'de oluşturul­muştu. Bu lejyon da, Ameri­ka'dan, Kanada'dan ve Rusya'dan gelen Yahudi gönüllülerden ku­rulmuştu ve komutası da daha önce Fransız Cephesi'nde Avust­ralya seferî kuvvetindeki bir ta­burun başında bulunmuş Yarbay Eliezer Margolin'de idi. Bu lejyon da Nisan 1918’de Mısır'a gönderildi. Mısır'da bulunduğu sırada Güney Filistin’i işgalinden sonra İngiliz Ordusu'na gönüllü yazıl­mış Filistinli Yahudileri de bünye­sine katan lejyonun yarısı, Eylül 1918'de, 38'inci Tabura katıldı.

Üçüncü Yahudi Lejyonu ise 40'ıncı Kraliyet Tüfekli Taburu adı ile Mısır'da Ağustos 1918'de kuruldu. Bu lejyon da çoğunluk­la ABD ve Kanada'dan gelen Ya­hudi gönüllülerden oluşuyordu. İçlerinde David Ben-Gurion'un da bulunduğu bu gruba, Filis­tin'den Osmanlılar tarafından çıkarılan Yahudilerden Yitzhak Ben-Zvi, Dov Joseph ve Nehemia Rabingibi isimler de katılmıştı. Yarbay Samuel'in komutasındaki lejyona, Eliyahu Golomb, Dov Hoz, Beri Katznelson ve Haşomer'in birkaç üyesi de katıldı. Mı­sır'dan   Filistin'e   gönderilen   bu lejyon, herhangi bîr askerî hare­kete katılmakta çok geç kaldı.

1948'de bir Haganah komandosu
1948'de bir Haganah komandosu


Her üç Yahudi lejyonundaki gönüllüler, Kasım 1918'de, Birin­ci Dünya Savaşı'nı bitiren ateşkes anlaşmaları imzalanır imzalan­maz, terhis edildiler. Buna rağ­men, bu gönüllüler, Siyonist amaçlar doğrultusunda Filistin'i terk etmediler.
İngiltere ve Filistin'deki Siyo­nist liderler, İngiliz yetkilileri, bir Yahudi gönüllü alayı kurulması konusunda ikna ettiler. Alay, Fi­listin'deki İngiliz garnizonunun bir  parçasıydı  ve  komutanı   da Yarbay Eliezer Margolin idi. Bu alaya "İlk Yudealar" (First Judeans) adı verildi ve 1919'da Sarafand'da (şimdiki adı Tsrifin) orga­nize edildiler.

Ancak İngilizler, bu Yahudi ala­yının ne 1920'de Tel Hay ve Kudüs'deki olaylara, ne de Mayıs 1921’de patlak veren Arap Ayak­lanmasına müdahale etmesine izin vermedi. Olaylar, Tel Aviv ve Yafa arasındaki sınır boyunca ya­yılınca, Yarbay Margolin inisiyati­fini kullanarak alayı harekele ge­çirdi. İngilizler de buna cevap olarak "Yudea" alayını (Yahudi Lejyonunu) lağvederek dağıttılar.

'İlk Yudealar"ın dağıtılması, bazı Siyonist liderlerin İngiliz­lerin himayesinde bir askerî güç geliştirilmesine karşı çıkmalarının ne kadar haklı olduğunu ortaya çıkarmıştı. Ancak zaten Yahudi milis güçleri giderek gelişiyordu.


HAGANAH

"Haganah", ilk olarak 1920'de ortaya çıktı. Yahudi yerleşimcile­rin içinden tabiî olarak ortaya çı­kan bu silahlı hareketin içinde, Histadrut'un (Yahudi Genel İşçi Federasyonu) kurucuları da var­dı. İngilizler'in yasadışı saydığı bu hareket, kurucularının naza­rında tam bağımsız ve millî bir askerî güçtü. Yine de kuruluşunu takip eden ilk on yılda Haganah, seçilmiş organları bulunan His­tadrut'un bir alt birimiydi.

1929 Ayaklanması'nın kötü so­nuçlarından ve Siyonist partilerin liderleri arasındaki büyük tartış­malardan sonra, Haganah, Yahu­di Ajansı İdaresi'nin ve Millî Kon­seyin (Va'ad Loumi) idaresine bırakıldı. 1931'de Haganah, üç ''Sol” (aralarında Eliyahu Golomb ve Dov Hoz da vardı) ve üç "Sağ" temsilci (ikisi Sa'adya Şoşani ve Yissaşar Sidkov idi) ile siyasî ola­rak bölünmüş bir Yüksek Komutanlık'ın otoritesi altındaydı.

Yahudi gözü dönmüş teröristler, Filistinli çocuklann  içinde bulunduğu okul otobüslerine dahi  ateş açmaktan çekinmiyortardı. 1948
Yahudi gözü dönmüş teröristler, Filistinli çocuklann
içinde bulunduğu okul otobüslerine dahi
ateş açmaktan çekinmiyortardı. 1948
Haganah, bu yapısıyla daha o za­man bir Yahudi millî teşkilâtı ola­rak nitelendiriliyordu. Böylece is­mini giderek daha fazla duyuran Haganah'a, her moşava, moşav ve kibbutz'dan, her Yahudi kasabası ve semtinden katılımlar arttı. Ancak bu çabuk genişlemenin ayrılık getirmesi de o kadar ça­buk oldu. Siyasî konsensusa da­yalı Yüksek Komutanlık'ın otori­tesini kabul etmeyen bir grup, 1931'de Haganah'dan ayrıldı. Kı­sa bir süre sonra, 1932'de, ayrılan bu grup, Avraham Tehomi liderli­ğinde, Millî Askerî Teşkilât (Irgun tzeva'i le'umi) veya "Etzel" adıyla yeni bir Yahudi silahlı gücü oluş­turdular.  Bu teşkilât, İbranîce baş ismine nazaran, bilhassa 1945-1948 arası yaptığı eylemlerle dünyada adını "Irgun" olarak duyurduysa da, Yahudiler arasında­ki popüler ismi, İbranîce açılımı­nın kısaltılmışı olan "Etzel" idi. Etzel,  Ze'ev Jabotinsky'nin Reviz­yonist Partisi ile sağ-kanat Siyo­nistlerin ve Mizrahi'nin (Orto­doks Yahudilerîn 1902’de kurulmuş din  ağırlıklı Siyonist teşkilâ­tı) tam desteğini arkasına almıştı.

1936-1939 arasındaki Arap Ayaklanması, İngilizler ile "yasa­dışı" Haganah'ı birbirine yaklaş­tırdı. Bilhassa Kudüs'deki strate­jik çıkarları, İngiliz Hükümeti'ni Haganah ile belirli ölçülerde bir işbirliğine gitmeye zorladı. Bu iş­birliği, en azından üç sene için Haganah'ı yasadışılıktan "yasallığa" çıkardı. İngilizler, bu dönem­de Yüzbaşı Charles Wingate ko­mutasında, "Kadro fazlası Polis Kuvveti" (Super numery Police) adı altında Araplara karşı Haga­nah üyesi Yahudileri kullanmak­tan çekinmediler. Bu polis kuv­veti, Haganah ile İngilizlerin ça­tışma sürecine girdiği ve İsrail Devleti'nin kurulduğu 1948?e ka­dar varlığını sürdürdü.


GERİLLALAR ORDU KURMA YOLUNDA

1938'de, Yahudi Ajansı İdaresi, Haganah'ın Yüksek Komutantığı'na siyasî olmayan ve millî ka­rakterli bir lider atanmasına karar verdi. Bu pozisyona atanan ilk isim, Yohanan Ratner idi. Eylül 1939'da ise Yahudi Ajansı ve Mil­lî Konseyi, Haganah'ın Yüksek Komutanlığı altında, değişik or­ganları ve operasyonları birleşti­recek bir Askerî Genelkurmay oluşturulmasını kararlaştırdı. Bu birimdeki ilk Yahudi Genelkur­may Başkanı Ya'akov Dori (Dostrovsky) idi.

İngiliz askerleri şüphelendikleri Haganah  militanlarını tutuklamış 1948
İngiliz askerleri şüphelendikleri Haganah
militanlarını tutuklamış 1948
Bu arada, Nisan 1937'de, Avraham Tehomi liderliğinde ayrılan 1.500 kişi, Haganah'a geri dön­müştü. Ancak Etzel'in geri kalan kadrosu, Ze'ev Jabotinsky liderli­ğindeki Revizyonist Siyonist Teşkilât'ın siyasî otoritesi altında ey­lemlerini sürdürdü. Etzel, Haganah'ın Araplara karşı "ılımlı" po­litikası ile Siyonist liderliğin "diz­ginleme" (havlaga) doktrinini reddediyor,   "gözdağı   verme  ve terör" politikasını benimsiyordu.

Fakat İngilizler, Arap Ayaklan­masının bastırılmasında, Haganah’ı tercih ettiler. Ayaklanma, 1938-1939'da İngiliz kuvvetleri ile işbirliği içindeki Haganah tarafın­dan bastırıldı. Ayaklanmanın bas­tırılmasında, 20 bin Yahudi "kadro fazlası polis" kullanıldı. Bu kuvvete ek olarak, Yitzhak Sadeh komutasındaki muharebe birlik­leri ve Yüzbaşı Wingate komuta­sındaki "Özel Gece Mangası" da operasyonlara katıldı. Bu manga­nın ismi, Filistinli Araplara karşı nasıl dehşetli bir hareket yürütül­düğünün de ipuçlarını veriyor.

Haganah, böylece iyice profesyonelleşti. 1937-1939 arasında, yasal olarak operasyonlara katıl­dığı süre içinde Haganah, bir Mu­harebe Alayı ile Askerî Tıbbiye ve İşaret Alayı'na sahip olmakla kalmamış İstihbarat servisini de kurmuştu. Ayrıca, aynı dönemde Filistin'e yasadışı Yahudi göçünü (Aliya Bet) sağlamak için büyük bir imkân elde etmenin yanında, kendi silah endüstrisini de kur­muş, silah tedarik etme ve depo­lama hizmetleri için birimlerini oluşturabilmişti. Haeanah, Filistin'i Ma'arakhot (kampanyalar) denilen askerî operasyon bölge­lerine ayırmıştı. 1941'de, "Genç­lik Alayları" (Gadna) ve "Vurucu Güç" (Palmah) ortaya çıktı. Aynı yıl,  Haganah’ın,  Siyonist girişim ve Yahudi devleti kurulması için askerî güç temelindeki, millî ve Siyonist karakterini açıklayan prensipleri de belirlendi:

İngiliz polisince aranan Yahudi şüpheliler
İngiliz polisince aranan Yahudi şüpheliler
-Haganah, İsrail topraklarının siyasî bağımsızlığı için uğraşan Yahudi halkının askerî gücüdür.
-Haganah, Filistin topraklarında organize olmuş Yahudi halkı ile bağlantılı Dünya Siyonist Teşkilâtı’nın otoritesine karsı sorumludur, onun hizmetindedir ve onun emirlerine riayet eder.
-Haganah'ın fonksiyonları:

1) Filistin'deki Yahudi halkını saldı­rılara karşı savunmak, mülkünü ve mevkiini korumak

2) Siyonist girişimi ve İsrail topraklarındaki Yahudi halkın siyasî haklarını sa­vunmak

3) İsrail topraklarını ve sınırlarını, kapasite ve siyasî şart­lara uygun olarak dış düşmandan korumak

-Haganah, bütün Yahudi mille­tine, Filistin topraklarında yaşa­yan bütün Yahudilere (yişuv) ve bütün Siyonist harekete hizmet eder. Millî marşı. Hatikva’dır. Her Yahudi erkeği ve kadını, Haganah'a millî savunma görevi için gönüllü olarak katılabilir.

-Haganah, Yahudi olmayan hü­kümetin kanunlarından bağım­sızdır. Varlığı, silahlan ve operas­yonları, dikkatli bir şekilde gizle­nir. Bu prensibe uymama, hayat­ları risk altına atmak demektir.

-Haganah, mensuplarını Yahu­di halkına ve Filistin'deki Yahudi devletine (Eretz İsrael) sadakat, bağımsızlık aşkı ve Yahudi dirili­şi, cesaret, güçlüklere ve sıkıntı­lara tahammül, fedakârlığa gönüllülük, insan hayatına saygı, dürüst karakter, basitlik, insanî değerlere ve Yahudi değerlerine saygı konusunda eğitir.


BEYAZ KAĞIT SİYASETİ

İngilizlerin Mayıs 1939'da Filis­tin'de uygulamaya koyduğu ve yasadışı Yahudi göçünü büyük ölçüde önleyen Beyaz Kâğıt Siya­seti (White Paper Policy) ve arka­sından patlayan İkinci Dünya Sa­vaşı dolayısıyla İngilizlerin, Ya­hudi karşıtı Nazi Almanyası'na karşı savaşta önemli bir rol alma­ları, Siyonist Liderliği, İngiltere'ye karşı doğrudan ve dolaylı askerî eylemler konusunda ikilem için­de bıraktı. Siyonist İdare'nîn Baş­kanı David Ben-Gurion, Siyonist hareketin ve Filistin'deki Yahudi toplumunun bu durum karşısın­daki tavrını şöyle belirledi: Nazi­lere karşı İngiltere ile askerî iş­birliği, ancak göç ve yerleşmeyi engelleyen Beyaz Kâğıt Siyaseti'ne karşı da direniş...

1938'de Yahudi terör örgütlerinin  düzenlediği  hayfa şehrindeki  bir binaya büyük hasar veren sabotaj
1938'de Yahudi terör örgütlerinin
düzenlediği  hayfa şehrindeki
bir binaya büyük hasar veren sabotaj

Etzel de, bu kararlara, tam tersi bir kutupta olmasına rağmen ka­tıldı. Revizyonist Liderlik, Beyaz Kâğıt Siyaseti'ne rağmen, Nazi­ler1 e karşı İngiltere ile askerî sevi­yede işbirliği yapılabileceğini ka­rara bağladı. Ancak Abraham (Yair) Stern liderliğinde küçük bir grup, bu karara katılmadı ve İn­giltere'nin "Siyonizm'in En Büyük Düşmanı1'olduğunu öne sürerek, ona karşı gerilla eylemleri ve te­rörizm yoluyla savaşılması gerek­tiğini ilân etti. Jabotinsky'nin 1940’da ölmesinden sonra bu grup tamamen Etzel'den ayrıla­rak. "İsrail'deki Etzel" veya popü­ler adıyla "Stern Grubu" ismiyle faaliyet göstermeye başladı.

Abraham Stern'in Şubat 1942'de İn­gilizler tarafından öldürülmesin­den sonra grubun liderliğini, Na­tan Yellin  Mor, Yitzhak Şamir (İs­rail'in 1980 ve 1990'lardaki Baş­bakanı) ve Yisrael Eldad üstlendi. Bunlar, Stern Grubu'nu, "Yahudi Özgürlük Savaşçıları" (Lohamei Herut Yisrael) veya kısaca "Lehi" adıyla yeniden organize ettiler. Bu dönemde Filistin'deki Yahudi silahlı hareketleri açısından en büyük gelişme, 30 binden fazla Filistinli Yahudi'nin İkinci Dünya Savaşı dolayısıyla yeniden İngiliz Ordusu'na katılması oldu. Bilhas­sa savaşın bitimine yakın safha­larda kurulan "Yahudi Tugayı" (jewish Brigade Group), Kuzey İtalya'da Nazi Almanyası'na karşı savaştı.

Filistinli Yahudilerin İngiliz Kara ve Hava Kuvvetlerine alın­ması, gerilla tipi Yahudi silahlı hareketinin, bilhassa savaş, yö­netim, teknoloji ve modern ordu­nun lojistik ihtiyaçları konularını kapsayan geniş çaplı bir askerî eğitim süreci geçirmesine yaradı. Bu, Haganah'ın düzenli İsrail Sa­vunma Kuvvetleri'ne (IDF) dö­nüşmesi safhasında, büyük bir basamaktı.



SİLAHLAR İNGİLİZLERE DOĞRU

Nitekim, İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesini sabırsızlıkla bekleyen Haganah, savaş biter bitmez İngilizler'e karşı bayrak açmakta gecikmedi. Ekim 1945 ile Aralık 1947 arasında Haga­nah, İngilizlere karşı en büyük ve en önemli askerî güç idi. Ge­nelkurmay Başkanı Yitzhak Sadeh, "Yahudi Direniş Hareke­ti”nin en kıdemli ve en otoriter şahsiyetiydi.

Militanların bir eyleminden sonra Filistin şehirlerinin sokaklarında böyle dehşet manzaraları oluşuyordu
Militanların bir eyleminden sonra Filistin şehirlerinin
sokaklarında böyle dehşet manzaraları oluşuyordu
Haganah, İkinci Dünya Sava­şında İngilizlerden öğrendiğini, şimdi onlara karşı acımasızca kullanıyordu. Bu dönemde Haganah'ın belli başlı eylemleri şun­lardı:
Atlit Kampı'nda enterne edilen yasadışı göçmenlerin kur­tarılışı,
Filistin'deki demiryolu ağı ile (Tren Geceleri) radar istasyon­larına sabotajlar ve İngiliz Devri­ye Polisi'ne saldırılar;

yasadışı gö­çü engelleyen İngiliz gemilerine hücumlar; sınırlardaki bütün yol ve demiryolu köprülerinin hava­ya uçurulması (Köprü Geceleri).


GÖÇÜN ORGANİZYONU

Haganah ayrıca, 1944-1948 ara­sında, Şaul Avigur (Meirov) yöne­timinde yığınlarca yasadışı Yahu­di göçmeni Avrupa ve Kuzey Af­rika'dan kara ve deniz yolu ile kaçırarak (Beriha), Orta Doğu ül­keleri üzerinden Filistin'e getir­meyi de başardı. Bunun da öte­sinde Haganah, Filistin'e yayılmış bütün Yahudilere askerî koruma sağlayarak, onların yeni yerleşim­ler kurmalarını sağladı. Bu tip bir yerleşmenin kurulmasına en tipik örnek, Haganah'ın Genelkurmay Başkanı Yardımcısı Yosef Avidar (Rokhel) komutasında "bir gece­de" (1946'nın Yom Kippur Bayramı'nın gecesi) Necef’de kurulan onbirinci Yahudi yerleşimidir.



Birinci Dünya Savaşı sonrası dağıtılan Yahudi Lejyonu yerine  Filistin'deki İngiliz Ordusu içinde kurulan  İlk Yudealar (First Judeans) isimli Yahudi Lejyonu.
Birinci Dünya Savaşı sonrası dağıtılan Yahudi Lejyonu yerine
 Filistin'deki İngiliz Ordusu içinde kurulan
İlk Yudealar (First Judeans) isimli Yahudi Lejyonu.
Etzel ve Lehi de, daha çok ferdî terörizm ve gerilla taktikleri ile Yahudilerin İngilizlere karşı sa­vaşına katıldı. Fakat Haganah'dan çok bu grupların yaptığı eylem­ler, daha korkunç oluşları ile dünya kamuoyunun hafızasına kazındı. Bunlardan en ünlüsü, Kudüs'deki İngiliz idarî ve askerî karargâhı King David Oteli’nin bombalanarak tamamen havaya uçurulmasıdır.   Bu  iki  terörist grup, ayrıca Qastina'daki İngiliz hava üssüne yapılan saldırı, Acre'deki Yahudi savaş esirlerinin kurtarılması ve Hayfa yakınların­daki demiryolu tamir atölyelerine yapılan sabotajlar ile de seslerini duyurdu.

"İsrail Savunma Kuvvetleri" (IDF veya Tsahal) denilen İsrail Ordusu'nun resmî kuruluşu, 15 Mayıs  1918'de  İsrail  Devleti'nin ilân edilmesinden sonra Arap ül­keleri ordularının 31 Mayıs 1948'e kadar Filistin'e girişleriyle başlayan süreçte gerçekleşti. Böylece Haganah, "Savunma, gü­venlik, misilleme ve Filistinli-Arap düşmana karşı-saldırı"dan sorumlu en önemli Yahudi gücü oldu. Etzel ve Lehi'yi de tasfiye ettikten sonra Haganah, 1 Hazi­ran 1948'den sonra resmen İsrail Savunma Kuvvetleri olarak anıl­maya başlandı.

Levent Elpen
Tarih ve Düşünce Dergisi
Haziran 2002


Bibliyografya:

"From Hashomer to the Israel Defense Forces, Armed Jewish Defense in Palestine" by Me'ir Pa'il, Colonel (res.), Ph.D.,the academic director of the Galili Center for Defense-"Haganah" Studies.

www.israel.mfa.gov.il/mfa/go.asp?MFAH027z0

2012-04-12

İsrail'in 'acımasız' zenci askerleri Falaşalar

İsrail'in 'acımasız' zenci askerleri Falaşalar
İsrail'in 'acımasız' zenci askerleri Falaşalar


İsrail’in, Filistin’e yönelik saldırıları 20 günü geçerken, ölü sayısı da bini aştı. İlk önce hava saldırılarıyla başlayan operasyon iki hafta önce de tanklar eşliğinde kara saldırılarına dönüştü. Hemen her gün, çoğu çocuk onlarca Filistinlinin ölüm haberleri patlayan bombalar ve kaçışan insanların görüntüleriyle sunuluyor. Kara saldırılarının başlamasıyla birlikte TV ekranlarından görünen İsrail askerlerinin arasında dikkat çekenleri ise üniformaları içindeki siyah Yahudiler, bilinen adlarıyla Falaşalar’dı. Yüzyıllardır eski adı Habeşistan olan Etiyopya’da yaşayan, hemen hemen tüm Yahudi adetlerini yerine getiren, Yahudi olduklarını da bir Fransız bir araştırmacı sayesinde öğrenen Falaşalar’ın daha iyi bir hayat için göç ettikleri İsrail’de yaşadıkları da tipik bir umut yolculuğu hikâyesinden farksız değil.

Soyları Süleyman peygambere dayanıyor

81 milyonluk nüfusa sahip olan Etiyopya, ülkede yaşayan birçok farklı etnik kökene sahip insan olmasına rağmen, Afrika ülkeleri arasında bağımsızlığını koruyup, sömürge olmamış tek ülke. Halkın yüzde 50’si Müslüman, yüzde 40’ı Hristiyan Ortodoks. Yüzde 10’luk bir kesim ise Animist. “Sürgün, yabani” anlamına gelen Falaşalar’ın ise çoğu İsrail’e göçtüğü için herhangi bir dini çoğunluğu yok. Falaşalar’ın tam olarak nereden geldiği bilinmiyor ama toplum kendi soyunu Hazreti Süleyman ile Seba Kraliçesi Belkıs’a dayandığına inanıyor.

Hahambaşından Falaşalara “Yahudi” onayı

İsrailoğulları’nın Dan Kavminden oldukları düşünülen topluluğun dünyada tanınması ise Falaşalar’ın kaşifi olarak nitelendirilen Sorbonne Üniversitesi Profesörü Joseph Halevi’nin bölgeye ziyaretiyle gerçekleşti. 1862 yılında yaptığı ziyaret sonrasında Falaşalar’ın soyunu araştıran ve benzerlikleri saptayan Halevi, Avrupa’nın ve diasporanın da Falaşalarla tanışmasını sağladı. Ardından başlayan, gerçek Yahudi mi değil mi tartışmaları ise günümüze kadar uzandı. 1973 yılında dönemin Sefardik Hahambaşısı Ovadia Yosef, Falaşalar’ın Yahudi olduğunu dinen kabul etti. Bu kabulle birlikte Falaşalar’ın İsrail’e göç etmesinin de yolu açılmış oldu. Buna karşın, Aşkenazi hahamlarının Falaşalar’ı hala Yahudi saymadıklarını da belirtmek gerekir.

Hem şabat, hem kurban
İsrail'de bir falaşa asker
İsrail'de bir falaşa asker

Profesör Joseph Halevi’nin de ziyareti sırasında farkettiği benzerlikler arasında Şabat yemeği, Hamursuz orucu, erkek çocuklarını sekiz günlükken sünnet etmeleri var. Buna karşılık kutsal kitapları Tevrat’la büyük benzerlik taşımakla birlikte İbranice değil, ülkenin resmi dili de olan Amharca. Falaşalar’ın Yahudi bayramlarından bazılarını tanımamaları ve Müslüman geleneği olan ve ülkedeki Müslümanlardan etkileşimle benimsendiği düşünülen kurban kesme ritüelini de yerine getiriyorlar.

Osmanlı hahamından Falaşa raporu


Hahambaşı Hayim Nahum.
Lozan'da Türkiye'yi temsil eden heyetin içindeydi.

Halevi’nin Falaşalar’ı dünyaya duyurmasından sonra, 1873 doğumlu Osmanlı Yahudisi olan Hayim Nahum, 1907 yılında Fransa merkezli bir Yahudi kuruluşu olan Alyans tarafından Falaşalar’ı araştırmakla görevlendirildi. Osmanlı hahambaşılığı da yapmış olan Nahum, Habeşistan’da kaldığı dönemde Falaşalar’ın Yahudi kültürü ve dinine ne kadar bağlı olduklarını araştırdı. Nahum, Falaşalar’ın birçok dini ritüelden habersiz olduğu sonucuna varsa da Yahudi dünyası tarafından daha iyi tanınmalarına vesile oldu.

Göç operasyonu


Etiyopya’nın malum ekonomik koşulları içerisinde yaşamını sürdürmeye gayret eden Falaşalar, 1974 yılında iktidardaki Derg rejimi ile Tigre Halk Kurtuluş Cephesi arasında başlayan çatışmalar Falaşalar’ın ülkeden göç etme isteğini daha da arttırdı. Bunun üzerine İsrail, 1984’de gerçekleştirdiği “Musa Operasyonu” ile 12 bin Falaşayı, 1991’de gerçekleştirdiği “Süleyman Operasyonu” ile de 15 bin Falaşayı hava yoluyla İsrail’e yerleştirdi.

Ucuz iş gücü, ordunun insan kaynağı


Ülkelerindeki çatışmayı ve zor hayat koşullarını bırakıp, bin bir umutla İsrail’e yerleşen Falaşalar burada da umduklarını bulamadılar. Hatta yağmurdan kaçarken doluya tutuldular bile diyebiliriz. İsrail’in yaptığı operasyonlarla kendilerine kucak açtığını düşünen Falaşalar, yeni yurt edindikleri ülkede ikinci sınıf vatandaş muamelesiyle karşılaştılar. Dilini bilmedikleri bir ülkede, düşük eğitim seviyesi nedeniyle uzunca bir süre maddi kazanç elde edemediler. Daha çok hizmet ve güvenlik sektöründe kullanılan Falaşalar’ın birçoğu da orduya yazıldı. İsrail, kendi elleriyle getirdiği bu insanları, ülke standartlarına göre genç bir nüfusa sahip olduklarından ucuz iş gücü ve ordunun insan kaynağı olarak gördü.

Kan skandalı

Ülkede yaşanan iki büyük skandal ise Falaşalar ile İsrailliler arasında büyük gerginliklere yol açtı. 1996 yılında, halktan toplanan kan bağışları arasından Falaşalar’ın kanlarının gizlice yok edilmesinin ortaya çıkması ülkede büyük bir ırkçılık sorunu yarattı. Kanları yok eden kan bankası kendini, “AIDS riski yüksek bir ülke olan Etiyopya’dan gelen kanları kullanamayız” diyerek savunsa da Falaşalar, yapılanın ırkçılık olduğuna inandı. “Bizim tenimiz siyah olsa da kanımız kırmızı ve Yahudi kanı” diyen Falaşalar, hükümet önünde büyük gösteriler yaparak polisle çatıştı. Gösteriler sonunda kan bankası ve hükümet, Falaşalar’dan özür diledi.

Sınırda bekleyen 250 mülteci

İkinci büyük olay ise on yıl sonra 2006’da yaşandı. İsrail’e giriş yapmak isteyen 100’ü çocuk 250 Falaşa mülteci, Lübnan sınırında haftalarca mahsur kaldı. İsrail- Lübnan savaşı nedeniyle sınırda mahsur kalan mültecilerin, penceresi olmayan bir kulübede haftalar geçirmesi İsrail’deki Falaşaları ayaklandırdı. Kendi rızasıyla Falaşalar’ın ülkeye girişine izin veren İsrail’in mültecilere bu zorlukları yaşatması İsrail’deki Falaşalar’dan büyük tepki aldı ve olay yine ırkçılığa yorumlandı.

Yeni nesillerde adaptasyon sorunu

Tüm bunların yanı sıra 1970’lere kadar dayanan göçlerin sonucu olarak ortaya çıkan yeni kuşaklarda da sorunlar gözlemleniyor. İsrail’de doğmuş yeni nesiller, bir yandan kendilerini aileleri ya da ailelerinin doğduğu topraklar ile özdeşleştiremezken diğer yandan kendi doğdukları topraklarda da adaptasyon sorunu yaşıyorlar. Bakıldığında bunlar göç etmiş her topluluğun ikinci, üçüncü nesillerinde görülen bir problem. Bilindiği gibi, Almanya’ya göçen Türklerin çocukları da bugün iki arada kalmış kayıp bir kuşak olarak nitelendiriliyor. Ancak İsrail, bu sorunu biraz olsun çözebilmek için bir müze kurma aşamasında.

İsrail’de Etiyopya mirası

Etiyopya Mirası Müzesi ( Ethiopian Heritage Museum), İsrail’de Falaşa nüfusunun en yoğun olduğu Rehovot kentinde kurulacak. Etiyopya’dan ilk göçenler ile İsrail’e getirilme operasyonuna katılan Mossad yetkililerinin de katılımıyla kurulacak müzede bitkilerinden, yerel kıyafetlerine kadar Etiyopya havası sağlanacak. Müzede göçlerin belgeleri ve resimleri de kullanılarak, o dönemde yaşanan acılar, çekilen sıkıntılar da genç nesillere aktarılmış olacak. Müzenin kurucularından Moshe Bar-Yuda, amaçlarını şöyle dile getiriyor: “Müze, Etiyopya yahudi kültürünü, bu kültürle tanışıklığı olmayan İsraillilere gösterecek. Aynı zamanda iki kültür arasında sıkışıp kalan genç Falaşalar, atalarının kültür mirasını görerek gururlanacak ve İsrail toplumunun bir parçası olmayı daha çok benimseyecek.”
Kardeşlik sofraları şimdilik hayal

Bugün İsrail’de 100 bini aşkın Falaşa yaşıyor. Bundan bir asır önce toplumlardan biri siyah yahudi olamayacağına, diğeriyse beyaz yahudi olamayacağına inanırken, bugün tek bir ülke için, tek bayrak altında beraber yaşama savaşı veriyorlar. Ancak görülen o ki, “Gün gelecek, bir zamanlar köle olanların evlatlarıyla yine bir zamanlar köle sahiplerinin evlatları, Georgia’nın kızıl tepelerinde, birlikte kardeşlik sofrasına oturabilecekler” diyen Martin Luther King’in rüyası Georgia’da gerçeğe dönüşüyor olsa da, İsrail için kardeşlik sofraları şimdilik hayalden öteye geçemiyor.

Burcu Soydan
16-01-2009
habervesaire.com

Bu ay öne çıkanlar