ekonomi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ekonomi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2014-04-01

Rusya Kırım’a köprü kuracak

Rusya Kırım’a köprü kuracak
Rusya Kırım’a köprü kuracak


Rusya, Kırım’da demir yolu ve feribot ulaşımı alanlarında çalışmalar yürütecek, Kerç Boğazı’na bir de köprü kuracak. Pazartesi günü Sivastopol vatandaşları ile bir görüşme yapan Rusya Federasyonu Başbakanı Dmitriy Medvedev böyle bir açıklama yaptı.

Batı Rusya'ya karşı yaptırımlar düşünedursun, Rusya'nın karşı atakları çok sert oluyor.

Rusya Ukrayna’ya verdiği gazın fiyatını artırdı
Rusya Ukrayna’ya verdiği gazın fiyatını artırdı

ABD ve AB'nin Ukrayna krizindeki tutumu nedeni ile Rusya'ya yaptırım uygulama çabaları her ne kadar Rusya'ya ciddi bir sıkıntı yaşatmasa da, Rusya tarafından çok sert karşı yaptırımlarla cevap buluyor.

2013-08-27

Dünya Bankası'na ayar çeken Türk çoban

Dünya Bankası
Dünya Bankası



Çoban´ın biri dere kenarında koyunlarını otlatıyormuş. Tam o anda, Yanına bir Cherokee Jeep yanaşmış. Brioni gömlek, Cerruti ayakkabılar giyen, Ray-Ban gözlüklü ve YSL kravatlı bir sürücü aşağıya inmiş ve çobana sormuş.

Eğer kaç tane koyunun olduğunu bilirsem bana onlardan bir tanesini verir misin?

Çoban bir adama birde koyunlarına bakmış,

Tamam diye cevap vermiş. Genç adam arabasını park etmiş, telefonunu bilgisayarına bağlamış bir NASA sitesine girmiş, GPS´ini kullanarak yeri taramış, bir database ve logaritma ile doldurulmuş 60 excel tablosunu açmış ve 150 sayfalık bir rapor basmış. Çobana dönmüş,

- Tam olarak 1586 adet koyunun var demiş.

Çoban

Doğru diye cevap vermiş,

Koyununu alabilirsin. Genç adam koyunu almış ve jeep´inin arkasına koymuş. Bu sefer çoban genç adama dönmüş.

Eğer senin ne iş yaptığını bilirsem koyunumu geri verirmisin? Diye sormuş.

2012-02-22

Merkez Bankası Kimin? Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın kuruluşundaki Yahudi oyunları

Merkez Bankası Kimin? Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın kuruluşundaki Yahudi oyunları


İngilizler MB'ye Ortaklar mı?

İki hafta önce Skyturk TV'de ilginç bir program yaptım. Konuğum uluslar arası finans danışmanı Mete Akıncı’ydı. Akıncı programda birbirinden ilginç o kadar çok bilgi verdi ki izleyiciler gibi bende şoka girdim.

Yayın sırasında mail box’ım çöktü, reji gelen telefonlardan kilitlendi. Program bir kez daha yayınlandı.

Akıncı’ya göre Suriye’den sonraki durak Yemen olacaktı. Ama asıl sırada Arabistan vardı. Çünkü Fahd’ın Batı’daki bankalarda çok yüklü miktarda parası vardı ve bu para iflasın
eşiğindeki Amerika’nın ağzının suyunu akıtıyordu. Sıra ona da gelecekti.

Akıncı “Arap Baharının” nedenlerini ise bambaşka bir açıdan değerlendiriyordu.

Amerika ve Avrupa’nın derinden yaşadığı ekonomik kriz dolayısıyla isyanlar ‘çıkartılıyordu.’ Daha doğrusu ABD ve Avrupa krizden de öte resmen iflasın eşiğine gelmişlerdi. Bunun için yapılacak en iyi şey yeni hazinelere açılmaktı. İşte Mete Akıncı tam bu noktada ‘dünyanın sahibi’ iki aileden söz etti. Rockefeller ve Rothschild’ler…
Rothschild ailesinden bir temsilcinin, geçtiğimiz yılın son aylarında Tunus’u ziyaret ettiğini ve Zeynel Abidin Bin Ali’den Tunus Merkez Bankasının % 15’ini istediğini söyledi. Bin Ali itiraz edememişti. Sir Eveleyn De Rothschild aynı talebi Mısır’ın lideri Hüsnü
Mübarek’e de götürmüştü. “Merkez Bankası’nın % 15’ini bana devrediyorsun!”

Mübarek itiraz edecek gibi olmuştu. Ama başına gelenleri görüyoruz.

Yayının ertesi günü bu anlatılanlar bilim-kurgu bir film gibi gözümde canlanırken asıl beni sarsan Akıncı’nın bir başka iddiası oldu.

“Türkiye Merkez Bankası’nın da % 15’i İngilizlere aittir.”


Bu yüzde on beş oranını duyunca aklıma şu soru takılıverdi.

Yoksa biz de “arap baharı”nı yıllar önce mi yaşadık?

O halde buyurun…1928 ve 29 daki dünya ekonomik krizi ve bize dayatılan Osmanlı’nın borç sarmalının gölgesinde kurulan Merkez Bankamızın hikayesine…

***

Son Kuruşuna Kadar Osmanlı’nın Borçlarını Ödüyoruz…Peki Ama Niye?

Sorulması gereken soru şudur.

Osmanlı’nın A’dan Z’ye tüm mirasını reddederken neden borçlarını üstlendik?


Şimdi düşünelim. Hem 7 düvele karşı savaş kazandınız. Hem de yıktığınız devletin tüm borçlarını üstleniyorsunuz. Üstelik Misak-ı Milli olarak ilan ettiğiniz en kıymetli topraklar olan Musul ve Kerkük’ü İngilizlere bırakıyorsunuz… 


Sormadan edemiyor insan…Peki niye?
Önce Osmanlı’dan
devraldığımız borç sarmalına bir göz atalım.

24 Temmuz 1923 de imzalanan Lozan anlaşmasına göre Osmanlı’nın borçları tasfiye edilmesine karar verildi. Lozan’da alınan karar, 1928 de imzalanan Paris anlaşmasıyla ödeme planına bağlandı. (Ama dikkat edin…Dünya tam da tarihin en büyük ekonomik krizinin eşiğindeyken…) 


Borçtan, imparatorluğun bakiyesi 14 ülke daha sorumlu tutuldu. Arnavutluk, İtalya, Filistin , Bulgaristan, Irak, Lübnan, Yunanistan, Yugoslavya gibi Osmanlı imparatorluğundan doğmuş ülkelerde bu borçtan sorumluydular.
Aklınız karışmasın…

1912 den önceki borçların % 62 si, 1912 den sonraki borçların ise %75 i Türkiye Cumhuriyet’ine ait sayıldı. Yani borçların ¾’ünden fazlası bizim sayıldı. Kalan ¼ lük bölüm ise 14 ülke arasında pay edildi.

Bu ülkelerin çoğu bu borcu ödemedi. Sadece İtalya ve birkaç Arap ülkesi paylarına düşen küçük miktardaki borcu kapattılar. Yunanistan, Arnavutluk, Yugoslavya, Arabistan, Yemen ise tek kuruş ödemediler. Biz ise son kuruşuna kadar ödedik…

Peki borçların tasfiyesi nasıl yapıldı?
Osmanlı imparatorluğunun kaybedilen topraklarının, Türkiye’ye düşen toplam borçtan indirilmesi esas alındı. Yani Türkiye’nin sınırları dışında kalmış imparatorluk topraklarının “değer”i borçtan düşülecekti. İyi de nasıl?

Toprak değeri nasıl ölçülecekti? O zamanki adı Cemiyet-i Akvam olan Milletler Cemiyeti bu durumun çözümü için bir hukuk profesörü hakem belirledi.

İsviçreli bir Yahudi olan olan Eugene Borel ! Borel, sınırlarımız dışında bıraktığımız toprakların ‘emlak değer’inin baz alınması gerektiğini savunuyordu. Ama toprağın salt emlak değeriyle ele almak bizim için intihar demekti. Örneğin altında petrol kaynadığı anlaşılmış olan Musul’la, Bulgaristan’daki ıssız bir dağ köyü aynı sayılacaktı. 


Türkiye’nin Osmanlı’dan devraldığı borç sarmalını ayrıntılarıyla inceleyen hesap uzmanı
Hüseyin Perviz Pur bakın bu duruma nasıl itiraz ediyor. Kanımızca; Türk Maliyesi ve yetkililerin verimli, verimsizliğin borç ödemede kıstas alınmasında önceki kararlarından vazgeçerek doğrudan alınan vergi gelirine dönmesi hatalı bir davranış olmuştu. Bugün verimsiz arazi gelecekte verimli olabilir, ayrıca petrol gelirleri de arazi gelirine dahil edilebilirdi. Hata burada yapılmıştı. 


Osmanlı’nın işgal edilen topraklarının bedeli yer altı ve yer üstü değerleri ile
borç ödemede kullanılmalı idi. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türkiye’nin Borç
Prangası / Hüseyin Perviz Pur 


Bu tuhaflık dönemin meclisinde de gündeme geldi. Denizli milletvekili Mazhar Müfit Bey bu tuhaf takası eleştirdi.

“Maalesef ben meseleyi o kadar pembe görmüyorum. Tamamen Osmanlı imparatorluğuna ait olan ve cümlemizin malumu vechile müvellidi servet olmak üzere değil, zevk-i safaya, safahata saif edilmiş olan bu milyonlara varan borcun ne suretle ödeyeceğimize dair elimize gelen bu sözleşme ve ekleri çok ağırdır.

Acaba bize miras olarak, yüksek binaları, varidatı hayvanatı, vs. ile bir çiftlik mi kaldı? Yanmış yıkılmış,işçileri boğazlanmış, hatta toprağı zapt edilmiş, varisleri kovulmuş böyle bir vaziyet hadis olmuştu.


Biz canımızı feda edelim, kanımızı akıtalım, o yerleri karış karış alalım fazla olarak tahrip edilen bu yerler için mağlup tarafından Avrupa’nın diğer galipleri olduğu gibi “10” para bile verilmesin, sonra sen gel imparatorluğun yüzlerce milyon borcunu ver…

Bana tamirat için on para vermediniz ki benden almak istiyorsunuz. Avrupa’da böyle mi olur? Fransa borçlarını vermek için Almanya’dan tamirat parasını alayım da vereyim. Aynı
teraneyi İngiltere’de Amerika’ya söylüyor. Bize gelince anlaşılıyor ki Garp(Batı) sermayedarları, sen elem içinde çalış, bütün mahsulünü ben zevk-ü sefa içinde yiyeceğim diyor.

Mazhar Müfit Bey isyanında haklıydı.

Kazandığımız bir savaş sonrasında bu kadar çok taviz verilir miydi? Ya da soruyu tersten soralım. Osmanlı’nın borçlarını genç cumhuriyetin omzuna kim yıktı? Ve daha da yakıcı soru… Musul’u ve Kerkük’ü bırakmamızı kimler istedi?
Neyse…

(Unutumadan belirteyim. Türkiye Osmanlı borçlarının son taksitini 1954 yılında kapattı. Hem de tüm faizleriyle… )

Dönelim Merkez Bankasına…
Güçlü bir Maliye’nin kurulabilmesi için para politikalarının düzenlenmesi gerekiyordu. Bunun önünde de iki büyük engel vardı. Birincisi Osmanlı’dan devralınan borçlar, ikincisi bir merkez bankasının olmayışı. Birincisi halledilmişti. En azından ödeme planına bağlanmıştı. Ama merkez bankasının olmayışı ciddi sorundu. Halen devletin tüm parası ve işlemler Osmanlı Bankası üzerinden yürütülüyordu.

İsmet Paşa’nın hükümet programında dile getirdiği “Devlet Bankasına ait kanun taslaklarını bu sene Büyük meclise takdim edeceğiz. Bir seneye kadar bir zaman zarfında da Cumhuriyet Bankası’nın küşadının çıkacağını ümit ediyorum.” şeklindeki sözleri Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankasının kuruluşunun ilk ve en önemli sinyali oldu.


Aslında Lozan’a göre banknot ihraç etme yetkisine sahip Osmanlı Bankasının 1924 yılında sözleşmesi sona erecekti. Ancak Osmanlı Bankasını bir devlet bankasına dönüştürme çabalarının sonuçsuz kalmasıyla sözleşmenin yeniden uzatılması gerekliliği doğdu. Hükümetin bazı isteklerini de yerine getirme karşılığında Osmanlı Bankasının sözleşmesi uzatıldı.

Bununla beraber merkez bankasının kuruluşunda öncü rolü oynamak üzere bir yarışta başlamıştı. Ziraat Bankası ve İş Bankası Merkez bankasının kuruluş sürecinde etkin rol almak üzere birbirleriyle yarış halindeydiler.

Ama bu iki milli bankamıza banknot ihraç etme yetkisi verilmedi.

Yeni ve bağımsız bir banka kurulacaktı. 1928 yılında Türkiye’ye davet edilen Hollanda Merkez Bankası İdare Meclisi Üyesi Dr. G. Vissering, özerk merkez bankası için bir rapor
hazırladı. Onu İtalyan Uzman Kont Volpi izledi. Lozan Üniversitesinden Prof.
Leon Morf’un desteğiyle Merkez Bankası yasa tasarısı hazırlandı. Tasarı, TBMM’de
11 Haziran 1930 tarihinde kabul edildi.

Artık bizim de bir Merkez Bankamız vardı. Ama durun…Peki ya hisseler kime aitti? Öyle ya…Yüzde yüz türk hissedarların oluşturduğu Ziraat ve İş Bankası tercih edilmediğine göre…

Bankanın hisseleri (A), (B), (C) ve (D) sınıflarına ayrıldı. A sınıfı hisseler Hazineye ait olacaktı. B sınıfı hisseler milli bankalara, C sınıfı hisseler yabancı bankalar ile imtiyazlı şirketlere, D sınıfı hisseler ise Türk ticaret kuruluşlarıyla Türk uyruklu gerçek ve tüzel kişilere ayrılmıştı.


Kuruluşunda özerkliği korumak için sadece % 15 i hazinenin elinde tutuluyordu. Kalan hisseler dağıtılmıştı.

İşte dağıtılan bu hisselerin bir kısmı da İngiliz Bankaları ve yatırımcılarınındı. Daha doğrusu İngiliz tefeci ve bankerlerin. Başka ülkelerde vardı hissedar olan. Fransız , İtalyan, vs. Bugün ise Merkez Bankamızın % 54.73’ü hazineye ait.

Kalan 45.27 lük hisse ise milli bankalar, diğer bankalar ve şahıslara dağılmış durumda.
Diğer Bankaların içerisinde yabancı bankalarda var. İngiliz ve İtalyan Bankaları
ilk sırada. Şahıslar kimler diye araştırdım. Şahıs olarak en büyük hissedar
Ankaralı bir Yahudi vatandaşımız çıktı.

***

Evet işte böyle…

Yine Küresel bir soygun var…Yine ona bağlı bir küresel ekonomik kriz var…Ve
yine iki ailenin güdümündeki emperyalizm Ortadoğu ülkelerinin başına çöküyor.

Ve yine Merkez Bankasından talep edilen oran değişmiyor. % 15!

Tıpkı 1929 da yaşadığımız gibi…


GÜRKAN HACIR / AKŞAM
28 Ağustos 2011

2012-02-13

"Türkiye'nin en iyi ihraç ürünü ASKERİDİR." George Soros

"Türkiye'nin en iyi ihraç ürünü ASKERİDİR."  George Soros

"Türkiye'nin en iyi ihraç ürünü ASKERİDİR."

George Soros
(ABD vatandaşı, Dünyanın en büyük Uluslar arası finans spekulatörü, Yahudi )

___

Genelkurmay Başkanlığı'nın 2009 yılında Türk basınına sızan bir andıçında Soros'un Türkiye'de yardım ettiği/desteklediği sivil toplum kuruluşları şunlar;

KİM NE KADAR PARA ALIYOR?

Askerin raporunda Amerika ve Soros`dan para alan kurumlar ile ne kadar para aldıkları da not edilmiş.

CIA bağlantı merkezlerinden proje bedeli adı altında para alan kurumlar şöyle sıralanıyor;

* TOSAV(Doğu Ergil) : 92 bin dolar/ 6 bin 250 paund (Türk-Kürt sorununun çözümü için verilmiş)

* ANSAV(Gökhan Çapoğlu) : 189 bin 604 dolar (Parti örgütlenmesi için)

* Stratejik Araştırmalar Vakfı: 190 bin 193 dolar

* Türk Demokrasi Vakfı(Bülent Akarcalı) : 106 bin 100 dolar.

* Liberal Düşünce Topluluğu: 11 bin 500 dolar

* Türk Ekonomi ve Sosyal Etüdler Vakfına: 1 milyon 111 bin dolar.

* Arı grubu: (IRI -Uluslararası Cumhuriyetçiler Enstitüsünden para alan kurum olarak geçiyor): 278 bin 500 dolar.

* Ulusal Demokrasi Enstitüsü`nün ise Yeni Forum Dergisi`ne 150 bin dolar artı 11 bin 766 dolar aktardığı yazılıyor. Bu enstitünün Türkiye`deki diğer STK`lara ise 824 bin 900 dolar verdiği not ediliyor.

MEHMET BARANSU, Taraf, 2008-04

2012-02-08

İsrail'i Böyle Bilir miydiniz? İsrail’in maddi ve manevi sefaleti

İsrail'i Böyle Bilir miydiniz İsrail’in maddi ve manevi sefaleti


Biz ‘Mavi Marmara’ olayına fena halde takıldık, haklıyız da; ancak İsrail konusunda daha büyük fotoğrafı gözden kaçırıyoruz galiba. O büyük fotoğraf şu: İsrail pek çok bakımdan gerileyen, güçsüzleşen bir ülke...
Şu duyuruyu birlikte okuyalım, kimden geldiğini sonra söyleyeceğim: HER 4 İSRAİLLİ’DEN 1’İ MÜTHİŞ FUKARA HAYATI YAŞIYOR- Yeni araştırmalara göre İsrail halkının birinci derdi fakirlik. 850 bini çocuk olmak üzere 1.7 milyon insan fakirlik çizgisinin altında yaşıyor, günde bir öğün yiyecekle idare ediyor. Anne-babaları başları üzerindeki çatıyı koruma mücadelesi verirken binlerce çocuk aç bi-ilâç yatağa giriyor.”
Fukaralıkla mücadele için çaba gösteren bir örgüt bu duyuruyu yapmış; hem de bizde de şöhretli ‘Debka’ adlı internet sitesi aracılığıyla... Debka’nın ünü İsrail’in istihbarat çevreleriyle içli-dışlı bir ekibin yayın organı oluşundan... Kısacası, duyuru İsrail-karşıtı birilerinin uydurduğu bilgiler içermiyor; resmi sayılabilecek bir tablo bu...
‘Meir Panim’ adlı örgüt, 40 merkez, 14 aşocağı, 8 bağış toplama merkezi, 1700 motorlu aşeviyle hizmet verip 15 bin yemek fişi dağıtmakla övünüyor. Her gün yalnızca 30 bin çocuğa sıcak aş eriştirebiliyorlarmış...
Geri kalan 800 binden fazla çocuk? Yatağa aç giriyor olmalı...
Nasıl buldunuz bu farklı İsrail tablosunu? Her dört kişiden birinin aç olduğu bir ülke İsrail, fakat burnundan kıl aldırmaz bir zenginler topluluğuymuş gibi kendini yansıtmayı biliyor... Birkaç hafta önce insanlar bazı temel gıda ürünleri fiyatlarının yüksekliği sebebiyle gösteri yapmış, gösterilere yüzbinler katılmıştı...
Yalan söyleyecek değilim, tablonun vahametini o zaman da anlamamıştım.
Örgüt Dudu Zilberschlag adlı biri tarafından kurulmuş. Tahmin edebileceğiniz gibi aslında dini bir örgüt bu. Örgütün üyeleri sakallı, cüppeli, takkeli kişiler... Bir özellikleri de Kudüs’e ziyarete gelen misyoner örgütleriyle işbirliği yapmaları...


Amerika’dan başlayan Hıristiyanlar’daki bu İsrail sevdası Almanya’ya da geçmiş; REA adlı Alman Hıristiyan örgütü Meir Panim’in en önemli bağışçısı...
Şu sıralarda adının en fazla anıldığı ülke herhalde bizimki, ancak İsrail hakkında en temel bilgilerden bile mahrumuz: Nasıl bir ülkedir, insanları ne yer, ne içer, neye inanır? İsrail’deki maddi açlık ve sefalet şaşırtınca, gözümü biraz da ülkede yaşanan düşünce sefaletine çevirdim.
İşte size İsrail’in öndegelen gazetelerinden Ha’aretz’de karşıma çıkan Jonathan Lis imzalı haber... Bu yılın şubat ayında yayımlanan haberden ülkenin öndegelen aydınları ve ödül sahibi edebiyatçılarının bir başhahamın görevden alınması için gösteri yaptıklarını öğreniyoruz.
Gösteriye yol açan ne yapmış Kiryat Arba kenti başhahamı? Bir kitaba destek vermiş...
Herhalde şaşırmışsınızdır aydın ve sanatçı kimlikli insanların kitap-destekçisi bir dinadamına karşı gösteri düzenlemesine... Şaşırmayın. Başhaham Dov Lior’un destek çıktığı ‘Torat Hamelech’ adlı kitap Yahudi olmayanların kendi şeriatlarına göre hangi şartlarda öldürülebileceklerini tartışmaya açıyormuş...
‘Torat Halemech’ adlı “Yabancıları öldürebilirsin” tezli kitabı da Yitzhak Shapira ve Yosef Elitzur adlarında iki haham kaleme almış...
Sadece yabancıları değil, ‘davaya ihanet eden’ Yahudileri öldürmeye de fetva veren biriymiş başhaham. El-Halil kentinde camiye girip namaz kılanları öldüren Goldstein adlı katil için“Holokost’un azizlerinden daha aziz biri” dediği gibi, Başbakan Yitzak Rabin’e suikast düzenlenmesine de fetva vermiş...
Akıl alır gibi değil, ama gerçek... Başhaham katle fetva verdiği halde makam odasının kapısını çalıp “Ne hakla?” diye soran çıkmamış...
İşe bakın: Her dört kişiden biri aç; başhaham Yahudi olmayanlar öldürülebilir fetvası veriyor...
Netanyahu-Lieberman ikilisinin yönettiği, Mavi Marmara’da öldürdüğü insanlar için özür dilemeye yanaşmayan İsrail böyle bir ülke...

Taha Kıvanç
28 Eylül 2011 Çarşamba

Bu ay öne çıkanlar