CHP Cumhuriyet Halk Partisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
CHP Cumhuriyet Halk Partisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2012-02-10

Atatürk, İlke ve İnkılaplarını Yerleştirmek İçin Suçlu Suçsuz Demeden Binlerce İnsanı Astırdı

Atatürk, İlke ve İnkılaplarını Yerleştirmek İçin Suçlu Suçsuz Demeden Binlerce İnsanı Astırdı. İstiklal Mahkemeleri  Gerçeği


İrfan Orga, 'Atatürk' isimli kitabının 265'inci sahifesinde şöyle diyor:

İrfan Orga
"Bu vesileyle ülkenin huzurunu tehdit eden büyük isyanlar ve karışıklıklar meydana geldi. Nihayet hükûmet sıkıyönetim ilan etti. Ülkenin her yanında fevkalade yetkili mahkemeler (İstiklal Mahkemeleri) kurdu. Bu mahkemeler, isyancıları öncekinden daha çok harekete sevketti. Halkın içinde mukavemet ruhunu körükleyen ve din duygularını ayakta tutan din adamlarından pek çok kimse idam edildi. Kurulan askeri mahkemeler, hiçbir sekilde müsamaha göstermiyor, acıma ve yumuşama nedir bilmiyordu. Mustafa Kemal böylelikle bütün planlarını uyguladı. Bu hususta hiç bir vasıtayı elden bırakmadı. İnkilaplarla alay edenleri bile idam ettirmekten çekinmedi. Böylece bir çok suçlu ve suçsuz kimse cezalandırılmış oldu. Halkın iradesini hiçe sayarak inkilapların yerleşmesi için ağır metodları uygulamaktan geri kalmadı."

İrfan Orga, Atatürk, 265

------

İstiklal Mahkemeleri çok zaman, önce astı, sonra yargıladı.
Zaten mahkeme reislerinin arasında çok sayıda sabetaycı gizli Yahudi vardı. Mustafa Kamal Adıtürk de zaten gerçek kimliğini gizleyen  Sabetaycı bir Haindi....
Ona bu iki kimlikli yaşama ve aslıyyeti olan Yahudiliğini gizleme yöntemlerini hem ailesi hem de ilk mektep hocası Şemsi Efendi öğretmişti. Şemsi Efendi‛nin gerçek adı ise Şimon Zvi idi ve gizli bir hahamdı...

Mustafa Kemal Atatürk Demokrat Falan Değildi

Mustafa Kemal Atatürk Demokrat Falan Değildi


Gazi (Atatürk) ile bir defa üç, bir defa dokuz saat konuştuk...
Ben ömrümde böyle adam görmedim ve iddia ederim ki, hiç bir memlekette böyle bir adam yoktur. Benim üzerimde müthiş bir tesir yaptı. Kendisi iş başında kaldığı , bizzat amil olduğu takdirde memleketin salah(kurtuluş) bulmamasına imkan yoktur.

iki mühim sual/soru sordum:
1-Madem ki, Cumhuriyet bir emrivaki şeklinde ilan edildi(kendisi böyle anlatmıştı) demek ki, mecliste Cumhuriyete muarız kuvvetli bir hizip/grup var fakat cumhuriyet tamam olmadı. Bunun icabatını meclisten nasıl geçireceksiniz?

Yoksa başka emri vakiler oluncaya kadar cumhuriyet böyle eksik mi kalacak? Medreseler, şer'iye vekaleti/Şeriat işleri bakanlığı vs. ne zaman kalkacak? Teşkilat - ı esasideki/Anayasadaki din maddesi kalkacak mı?

Paşa meclisten geçse de geçmese de bunların hepsinin yapılacağını söyledi.

"- Madem ki bu meclis Cumhuriyet ilan etmeye kendini salahiyetli gördü. O halde başka bir mecliste başka bir ekseriyet(çoğunluk) bir gün meşrutiyet(Hem padişah hem de meclis olan idare tarzı) ilan ederse ne yaparız?
dedim."

"-Olabilir. Fakat hepsini sopa ile kovarız, dedi"

Falih Rıfkı ATAY, Çankaya

2012-01-01

İngiliz İşgal Valisi ve İngiliz Ajanı: Mustafa Kemal Atatürk

İngiliz İşgal Valisi ve İngiliz Ajanı: Mustafa Kemal Atatürk

MUSTAFA KEMAL İNGİLİZ VALİSİ OLMAYI TEKLİF ETMİŞTİ !

14 Kasım 1918 günü, bir gün önce İstanbul’a gelip Pera Palas’ta ikamete başlamış olan Mustafa Kemal Paşa, İngilizlerin Daily Mail Gazetesi’nin muhabiri G. Ward Price’ı aracı yaparak General Harrington’la görüşmek ister. Price, Pera Palas’ta yaptığı görüşmeyi hatıralarında şöyle aktarıyor:

“Mustafa Kemal, yapmak istediği bir teklif için Britanya resmi makamlarıyla nasıl temas edeceğini bildirmemi rica etti. 'Bu harpte yanlış cephede savaştık, dedi, eski dostumuz Britanyalılarla asla kavga etmek istemezdik… Biliyoruz, partiyi kaybettik… Anadolu’nun Müttefik Devletler tarafından işgal edileceğini tamamen biliyordum… Bu topraklar üzerindeki bir Britanya idaresinden o kadar hoşnutsuzluk gösterilmemesi gerektir.' "

Kim kahraman, kim hain?

Anadolu’da İngiliz idaresinden o kadar da rahatsızlık duyulmaması gerektiğini söyledikten sonra Mustafa Kemal, bu topraklar üzerindeki İngiliz idaresinde bir vali olarak çalışmaya hazır olduğunu gazeteci aracılığıyla işgalci yetkililere şöyle iletecektir:

“Eğer İngilizler Anadolu için sorumluluk kabul edecek olurlarsa Britanya idaresinde bulunan tecrübeli Türk valileri ile işbirliği halinde çalışmak ihtiyacını duyacaklardır. Böyle bir selahiyet dâhilinde hizmetlerimi arzedebileceğim münasip bir yerin mevcut olup olmayacağını bilmek isterim…"


Türk Tarih Kurumu’nun tercüme edip bastığı bir kitaptan alındı bu çarpıcı sözler. Şimdi söyleyin bakalım, kim vatan haini, Sultan Vahdettin Han mı, Sabetayist Mustafa Kemal Atatürk(!) mü?

KAYNAKLAR :

1) Bkz. Tufan Türenç, “Tarih yalan söylemez: Vahdettin haindir”, Hürriyet, 14 Kasım 2007.
2) Orhan Koloğlu, 1918: Aydınlarımızın Bunalım Yılı, İstanbul 2000, Boyut Kitapları, s. 190.
3) Price’ın Extra-Special Correspondent (Çok Özel Yazışmalar) adlı kitabından (1957, sayfa 104) aktaran Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri, Çeviren: Cemal Köprülü, Ankara 1991, Türk Tarih Kurumu Yayınları, s. 98.
4) Aktaran: Rauf Orbay, Yakın Tarihimiz, cilt IV, İstanbul 1962, s. 180.

2011-12-25

Atatürk neden geç gömüldü?

Atatürk neden geç gömüldü




Türkiye’nin en büyük lideri, kurucu ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün naaşı beş ay boyunca neden ortadan kayboldu? Anıtkabir’in yapımı niçin 12 yıl sürdü? Ata’nın yakın arkadaşı İsmet Paşa mı, yoksa 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar mı daha vefalı davrandı?

İki gün sonra Ulu Önder Atatürk’ü ölüm yıldönümünde anacağız. 10 Kasım’da yine Anıtkabir’e akın edeceğiz ve yine büyük kurtarıcımızı rahmet ve minnetle yad edeceğiz. Ama Atatürk’ü artık, hamasi nutuklardan ve şablonlardan kurtarmamızın zamanı gelmedi mi? İnsan Mustafa Kemal’in gerçekleriyle yüzleşmemizin zamanı gelmedi mi? Eğer biz Atatürk’ün gerçek öyküsüyle yüzleşmezsek, bunu hangi art niyetlilerin yapacağını bilmek sır değil! Peki, o halde 2 gün sonra anacağımız 10 Kasım’la işe başlayalım. Ölümü, cenaze töreni ve Anıtkabir’e defniyle ilgili kalın sis perdesini biraz aralamaya çalışalım.


DOKTORUN SON RAPORU

Hepimiz, Atatürk’ün 10 Kasım Perşembe günü saat 9’u 5 geçe hayata gözlerini yumduğunu biliyoruz. Atatürk için doktorlar heyetinin, 8 Kasım günü düzenlediği rapor ve Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterli’ğinin yaptığı açıklama şöyleydi:

Riyaseticumhur Umumi Katipliği’nden

1 Bugün ikinci teşrinisaninin (Kasım) 8. Salı günü saat 23’te Reisicumhur Atatürk’ün sıhhi vaziyetleri hakkında müdavi ve müşavir tabipleri tarafından verilen rapor ikinci maddedir.

2 Bugün saat 18.30’da hastalık birdenbire normal seyrinden çıkarak şiddetlenmiş ve sıhhi vaziyetleri yeniden ciddiyet kesbetmiştir.

Hararet derecesi 36.4, Nabız: Muntazam-100, Nefes:22’dir.


CENAZEDE TÜRKÇE EZAN

Şimdi 10 Kasım’a gelelim. Saat 9’u 5 geçe Atatürk hayata gözlerini yumdu? Peki, cenaze namazı kılındı mı? Hemen kılınmadı. Dolmabahçe’den alınıp Ankara’ya gönderileceği sırada (19 Kasım 1938) kardeşi Makbule Atadan’ın isteği üzerine namaz kılındı. Namazı İslam Tetkik Enstitüsü Başkanı daha sonradan da Diyanet İşleri Başkanlığı’nı yürüten Şerafettin Yaltkaya kıldırdı. Ezan Türkçe okundu. Ama namaz 2.5 dakika sürdü, Dolmabahçe Sarayı’nda eda edildi. Camiye gidilmedi.

Peki, bu önemli anın fotoğrafı var mı? Hayır yok. Tartışmalar da bu yüzden günümüze kadar uzuyor. Dolmabahçe’deki katafalkın önünde halkın büyük bir ilgisi vardı. Hatta yaşanan izdihamda ezilenler oldu ve 11 kişi hayatını kaybetti.

Atatürk’ün ölümünden tam 26 saat sonra yeni Cumhurbaşkanımız seçildi: İsmet İnönü. Hem de Meclis’teki oyların tamamını alarak. İşte burası çok ilginç. İsmet Paşa, Atatürk’ün ölümünden önce tam bir yıldır ortalıkta yoktu. 1937 Eylül’ündeki o ünlü kavgadan sonra yolları ayrılmış, sağlık sorunlarıyla boğuşan Atatürk’le hiç görüşmemişti. Hatta o kadar ki Atatürk hastalığının son evresinde İsmet İnönü’nün görüşme talebi gerçekleşmemişti. Atatürk’ün son bir yılda çevresinde kümelenen grup Hasan Rıza Soyak, Şükrü Kaya, Tevfik Rüştü Aras ve Recep Zühtü Soyak olası bir ölüm durumunda İsmet Paşa’nın Atatürk’ün yerine geçmesini engellemeye çalışıyorlardı. Eğer İstanbul ziyareti olursa ve Atatürk’le görüşmeye gelirse suikast düzenleneceği haberleri dolaşmaya başladı.


İsmet Paşa, Atatürk’le ölüm döşeğinde görüşemedi. Ama her ne olduysa oldu ve ölümden tam 26 saat sonra alelacele yapılan Meclis oturumunda İsmet İnönü bütün milletvekillerinin oyunu alarak (348) Cumhurbaşkanı seçildi. Peki, ne oldu da son günlerinde Atatürk’le görüşmeyi dahi beceremeyen İnönü bütün oyları alarak Cumhurbaşkanı seçildi. Onu öldürtmeye kalkan milletvekillerinden birkaçı dahi muhalefet etmedi ve oturuma katılan milletvekillerin oylarının tamamını aldı? Atatürk’ün girdiği son komada Dolmabahçe’de toplantı yapılıp Meclis Başkanı Abdülhalik Renda’ya Cumhurbaşkanlığı vekâleti zaten verilmişti. Daha cenaze kaldırılmadan bu acele niyeydi? Devletin devamlılığı masallarına sakın inanmayın. Kıran kırana bir iktidar savaşı yaşanıyordu. Hangi gizli el bu seçime dokundu acaba? Devam edelim.

Atatürk öldükten sonra Dolmabahçe Sarayı’ndan Ankara’ya yapılan uğurlama töreni ve cenaze namazına Cumhurbaşkanı İnönü katıldı mı? Hayır, katılmadı. Peki, Ata’nın naaşı ne zaman Etnoğrafya Müzesi’ne kaldırıldı. Mart 1939’da. O halde 19 Kasım’dan mart ayına kadar cenaze neredeydi? Bilmiyoruz! Atatürk’e uygun bir kabir yapma girişimi ise İnönü’nün 12 yıllık iktidarında tam bir yılan hikâyesine dönüştü.


12 YILDA BİTİRİLEMEDİ

Anıtkabir’in yerinin tespiti için bir komisyon kurulmasına 1941 yılında karar verildi. Yani ölümden 3 yıl sonra! Tek parti dönemi. İsmet Paşa tek adam. Ama Anıtkabir için yer konusunda bir türlü karar verilemiyor. Aynı yıl bir de uluslararası bir proje yarışması açıldı. Yarışma sonucunda Türk mimarlar Emin Onat ve Orhan Arda’nın eserleri layık görüldü ve inşaata 1944 yılında başlandı.

Tam 6 yıl Atatürk için yapılacak kabrin inşasına başlanamamıştı. Anıtkabir’in temelini o günlerin Başbakan’ı Şükrü Saracoğlu attı. Saracoğlu’nun temelini attığı Ankara Ulus’taki devasa Gençlik Parkı ise birkaç yılda hizmete (1943) girmişti. Hem de ödenek yokluğundan birkaç kez inşaat durduğu halde. Anıtkabir ise bir türlü bitmiyordu. 1945’te mozole ve tören meydanını kapsayan 2.kısım inşaatına başlandı. Giriş kuleleri çevre düzenlemesi ve ağaçlandırılması ise 1950 yılına gelindiğinde halen bitmemişti. İsmet İnönü 1950 seçimleriyle birlikte koltuğunu Celal Bayar’a devrettiğinde tam 12 yılda bitmemiş bir Anıtkabir inşaatı ve Etnoğrafya Müzesi’nde bekleyen bir naaş bırakmıştı.


CELAL BAYAR SAHİP ÇIKTI

Bugünden baktığımızda yobazlara kol kanat gerdiğini düşündüğümüz Celal Bayar ise önce Atatürk’ün aziz hatırasına yapılan saldırıları engellemek için 1951’de Atatürk’ü Koruma Kanunu çıkarttı. Ardından da bütün hızıyla yarım kalmış Anıtkabir inşaatını bitirdi. Hatta 1951 yılında projenin bir an önce bitirilebilmesi bir tadilat bile istedi. Mimarlar mozole bölümünde değişiklik yapıp kısa sürede inşaatı bitirdiler. Ve 1953 yılında Ulu Önder Atatürk ebedi istiratgahına defnedildi. İsmet Paşa Cumhurbaşkanlığı koltuğunu ertesi gün yani 11 Kasım’da almıştı. Ama Anıtkabir’in inşası 12 yılda bitirememişti! Şimdi cevaplayın bakalım?

Banknotlardan Atatürk’ün resmini kaldırıp kendi fotoğrafını koyan İsmet Paşa mı daha fazla Atatürkçü yoksa Anıtkabir’i bir an önce tamamlayıp Ulu Önder’i ebedi istiratgahına uğurlayan Celal Bayar mı?


DEVLETİN ‘TUNÇ ELİ’ BURADA

Tarİhİn garip cilvesi işte! Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül Tunceli’yi ziyaret etti. Tarihte Tunceli’yi ziyaret eden ikinci Cumhurbaşkanı oldu. İlki Atatürk’tü. Atatürk ne zaman gitmişti Tunceli’ye? 1937 yılında. Yani, 1935’te çıkarttığı Tunceli Kanunu’nun hemen sonra. Hastalığı ilerlemiş olmasına rağmen yaptığı Doğu gezisinde Tunceli’yi de eklemişti. Ata’nın manevi kızı Sabiha Gökçen’in de katıldığı uçaklı saldırıyla ünlü Dersim İsyanı henüz bastırılmış isyanın elebaşı sayılan Seyit Rıza ve arkadaşları yakalanmıştı. “Dersim’e devletin Tunç eli değecek” diyen Atatürk, Dersim’in adını Tunceli olarak değiştirmişti. Şimdi aradan geçen 72 yıl sonra Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül, Tunceli’yi ziyaret etti. Ve onu Kürt açılımı tartışmalarının gölgesinde “Dersim’e hoş geldin” pankartıyla karşıladılar, Dersimspor forması hediye ettiler!

Gürkan Hacır
Akşam Gazetesi
8 Kasım 2009 Pazar

2011-11-18

Atatürk olmasaydı ne olurdu?

Atatürk olmasaydı ne olurdu?


İşgal Kaldıralamasaydı, Vatanımızı işgal altında tutan düşmanlar neler yapardı, yapmak isterdi?

1- Siyasi gücüde içinde bulunduran hilafeti derhal kaldırırlardı.

2- Hemen eğitime müdahale eder, gençliğin tarihlerini unutmaları için harf devrimi yaparlar, ülkenin alfabesini kendi harfleri olan Latin- Grek harfleri yaparlardı.

3- Ülkemizin kendi takvimi olan hicri takvimi ortadan kaldırıp bir kilise takvimi olan Gregoryan takvimi olan Miladi Takvimini yürürlüğe koyarlardı.

4. Ülkemizin içinde var olan Kur'an esaslı yasaları kaldırır, onun yerine batının çeşitli yerlerinden ithal hukuk yasalarını bu ülkeye zorla dayatırlardı.

(Medeni Kanunumuzu İSVİÇRE'den, Ticaret kanunumuzu ALMANYA' dan,Ceza Kanunlarımızı İTALYA' dan alırken, sayı numaralarına kadar sadık kaldığımızı biliyor muydunuz?)



5- Kılık kıyafet devrimi yapıp, her türlü kültürel asimilasyonla, ülkedeki insanları "Batının" olan kendi giyim kuşamlarına zorlar, ve bu kurallara uymayanları asarlardı, keserlerdi, idam ederlerdi.

6- Ölçü ve tartılarımıza varana kadar herşeyi değiştirirlerdi.

7- Her köşeye sömürünün diğer adı olan faiz kurumlarını "Bankaları" koyarlardı. ( Hatta Hindistan müslümanlarının bu işgalden kurtulun yine dünya müslümanlarına ağabeylik yapın  diye gönderdiği paralarla da İŞ BANKASINI kurarlardı..)

8- Tatili cumadan pazara alırlardı. İş saatlerini ve eğitim saatlerini kendi "dini" tatil günlerine göre ayarlarlardı. (Allah Kur'an da Müslümanlara Cuma gününü tatil yapmış ya o yüzden İngiliz ve Yunanlılar bunu zevkle yaparlardı herhalde?)


9- Camileri ellerine geçirip oraya namaz kıldırma memurları koyup islamı değilde istedikleri dini, islam diye halka yuttururlardı.

(Bunun için de "Kuran' ı anla ey millet" maskesi altında, Kuranı Türkçeye tercüme ettirirler, kafalarıdan yorumlar yaparlardı ve bu şekilde TEFSİR ilmini, arz üzerinden kaldırmış olurlardı)


10- Bu ülkede güzellik yarışmaları düzenletirler, halkı ahlaki olarak yıkmak için, bu ülkenin kızlarının güzelliklerini kullanmanın ve faydalanmanın yollarını aratırlardı.


11. Kendi gibi olmayanları "Uygarlık Dışı" barbar ilan eder. Sokaklarda ve kamu kurumlarda, okullar'da, baş örtüsünü yasaklarlardı. (dedik ya; Allah Kuran da müslümanlara ne emretti ise tersini yaparlardı. Değil mi tesettür de kuran da emredilmiş?)


12- Dini devlet eliyle hutbelerden kullanıp, buna hayır diyenleri köktenci diye yaftalarlardı.


13- İslami eğitim kurumlarının hepsini kapatıp, onların yerine kendi ideolojilerini yansıtan eğitim kurumlarını bu ülkeye enjekte ederlerdi.


14- Genelevleri açıp birileri kapatmasın diye İçişleri bakanlığına bağlarlardı.(Hem iyide vergi getirirdi ha.. Böyle bir pisliğin önünü açmışsın, sürüm de çok olurdu, ciro da?)


15- Ankaradaki Osmanlı arşivlerini yakarlardı, yıkarlardı, ulaşımı yasaklarlardı, ve bu arşivleri kendi başkentlerine getirirlerdi 


16- Birçok etnik unsuru içinde barındıran Osmanlının içten içe kendisini eritmesi ve birbirine düşmesi için "Ulus Devlet" fikrini yürürlüğe koyar, herkesi kendi alfabelerini kullanmaya, kendi dillerini kullanmaya zorlarlardı. Bu yolla yıllarca kardeş yaşayan halkları, Kürt'ü-Türk'ü-Laz'ı birbirine düşürürlerdi.


17- Her alanı Allah'tan bağımsızlaştırırlar, Allah'ın emirlerinin etkisini her alandan kaldırmaya yürürler, insanlara Allah yokmuş gibi düşünmeyi öğretirlerdi.


18- Dizileriyle, filimleri ile , İslam'ı kötülerler insanları müslüman kardeşlerinden ve tarihlerinden utanacak hale düşürürlerdi.


19- Yılbaşı,çam ağacı gibi hristiyan geleneklerini bu ülkeye enjekte eder, Yunanlı mitolojij tanrıcıkların günlerini bu ülkeye propoganda ve reklam ederlerdi, (Sevgililer Günü Vb)


20- Açık açık kürsülerden Allah'ı inkar eden propagandalar ve konuşmalar yaparlardı.



Bunlar aklımıza ilk olarak gelenler . Ama şunlarda olabilirdi diyebilirsiniz.


1- Herkesi Öldürürlerdi, diyebilirsiniz ama kapitalist akıl böyle çalışmaz. Mal sattığı ticaret yaptığı gelir kazandığı, emeğini sömürdüğü insanları kimse öldürmek istemez. Onları öldürmek, gelir kapısını kapatmak olur. Kapitalistler ve emperyalistler için insanların ölüsü para etmez.


2- Kızlarımıza ve hanımlarımıza tecavüz ederlerdi, anababası belli olmayan "p.." diye nitelendirilen nesiller doğardı diyebilirsiniz.Kızlarımız genel evlerde turistlere pazarlanıyor. Ama bunlar zaten Antalyada bodrumda gönüllü olarak oluyor.Artık bunları dizilere kadar her yerde ayan beyan yapıyorlar. Bazı bölgelerde "Fuhuş" sokaklara kadar indi. Annesi ve babası belli olmayan bir nesil yetişiyor.Biz bu tarihe kadar "Bakire" kız ve "Bakir" damatlarla övündük! Elhamdülillah bunlar nadirde olmadı. Ama bu gidişin açılan bu çığırın nereye gittiğini ve bundan sonraki senelerde durumun nasıl olacağını siz düşünün?


3- Camileri yıkarlardı diyebilirsiniz, "EVET" yapabilirlermiydi bilmiyorum ama en azından yıkılan camilerin içinde ölürdük , özgür düşünceyi yasaklarlardı derseniz yakın birkaç on sene öncesine bakmanız yeterli, Bizi bilim ve teknooljide bir adım attırmazlardı diyebilirsiniz. Zaten bu ülkede Bilim ve Teknoloji adına ne yapılsa ya öldürülüyor yada beyin göçü yoluyla sömürülüyor.(Aselsan Mühendisleri- Dış ülkelere kaçan genç beyinler)


4- Doğal kaynaklarıımız sömürürlerdi diyebilirsiniz. Zaten savaş sonrası gizli anlaşmalarla şu anda doğal kaynaklarımızı kullanamıyoruz. Ülkemiz her sloganda "doğal kaynakları çok zengin bir ülke" ama kimsenin faydalanamadığı doğal kaynaklar!

" Hocaları Toptan Kaldırmalı, din ve namus telakkisini kaldırmalıyız " - Mustafa Kemal Atatürk

" Hocaları Toptan Kaldırmalı, din ve namus telakkisini kaldırmalıyız " - Mustafa Kemal Atatürk


Kazım Karabekir şöyle anlatıyor:

10 Temmuz 1923 Ankara istasyonundaki kalem-i mahsus binasında Fırka nizamnamesini müzakereden sonra, Gazi ile yalnız kalarak hasbihallere başlamıştık. “Dini ve namusu olanlar aç kalmaya mahkumdurlar” dediler. Kendisini hilafet ve saltanat makamına layık gören ve bu hususlarda teşebbüslerde de bulunan, din ve namus lehinde türlü sözler söyleyen ve hatta hutbe okuyan, benim kapalı yerlerde baş açıklığımla latife eden, fes ve kalpak yerine kumaş başlık teklifimi hoş görmeyen Mustafa Kemal Paşa, benim hayretle baktığımı görünce, şu izahatı verdi: “Dini ve namusu olanlar kazanamazlar, fakir kalmaya mahkumdurlar! Böyle kimselerle memleketi zenginleştirmek mümkün değildir. Bunun için önce din ve namus anlayışını değiştirmeliyiz. Partiyi bunu kabul edenlerle kuvvetlendirmeli ve bunları çabuk zengin etmeliyiz!“

Bkz. Kazım Karabekir, Paşaların Kavgası,
Atatürk-Karabekir, Yayına hazırlayan: İsmet Bozdağ, Emre Yayınları, Aralık 1991, s.143.
Aynı hatıraları Uğur Mumcu “Kazım Karabekir Anlatıyor” ismiyle neşretmişti. Oradaki ifade şöyledir:

“Bunun için önce din ve namus telakkisini kaldırmalıyız.” İsmet Bozdağ ifadeyi kendine göre yumuşatmış olabilir. Devam edelim:


Karabekir 14 Ağustos 1923 tarihinde Türk Ocağı’nda verilen bir çay ziyafetine gitmeden önce şu bilgileri işitdiğini bildiriyor:

“Gazi Kur’an-ı Kerim'i bazı İslamlık aleyhdarı züppelere tercüme ettirmek arzusundadır. Sonra da Kur’anın Arapça okunmasını namazda bile yasaklayarak bu tercümeyi okutacak! Ve o züppelerle işi alaya boğarak, güya Kur’anı da, İslamlığı da kaldıracaktır!”(s.158)

Akşam M. Kemal’e bu konudaki itirazlarını bildirince olanları şöyle anlatıyor:

“M. Kemal paşa beyanatıma karşı hiddetle bütün içini ortaya döktü: Evet Karabekir; Arapoğlunun(Hz. peygamberin) yavelerini(uydurmalarını) Türkoğullarına öğretmek için Kur’anı Türkçeye tercüme ettireceğim ve böylece de okutacağım. Ta ki budalalık edip aldanmakda devam etmesinler!… Şüphe yok ki, yakın günlere kadar Kur’anı ve Peygamberi her yerde medh ve sena eden ve hatta hutbe okuyan bir insandan bu sözleri beklemek herkese eza veriyordu.” (s.159)

Kazım Karabekir’in hatıralarında şu satırlar da dikkat çekiyor:

“19 Ağustos Pazar akşamı, Mustafa Kemal ve İsmet Paşalar-Latife Hanım ile birlikte bana akşam yemeğine geldiler. Keçiören’e giderken sağ tarafta kubbeli köşk denen mevkide, bol suyu ve büyücek havuzu olan bir köşkte kira ile oturuyordum. İsmet Paşa Lozan’da iken Mustafa Kemal Paşa, Latife Hanım’la birlikte, bir kere daha bana akşam yemeğine gelmişlerdi. Münakaşayı İsmet Paşa ile ben yaptım. Mustafa Kemal Paşa sükunetle bizi dinledi. Mustafa Kemal Paşa, Lozan’dan da aldığı hızla, ne İktisat Kongresi’nin ve ne de heyet-i ilmiye’nin hazırladığı programlara ilgi göstermeyerek müthiş bir inkilap hamlesi teklif etti: “Hocaları toptan kaldırmadıkça hiç bir iş yapamayız. Bugünkü kudret ve prestijimizle bugün bu inkılabı yapmazsak, başka hiçbir zaman yapamayız.“İlk Fethi Bey Grubundan sonra da Mustafa Kemal Paşa’dan işittiğim bu yeni inkilap zihniyetini İsmet Paşa bir çırpıda tamamlıyordu. Aradaki zaman fasılaları kendiliğinden ortadan kalkarak, bu üç şahsiyetin üç maddelik programları kulaklarımda tekrarlandı:
1- İslamlık terakkiye(ilerlemeye) manidir
2- Arapoğlu’nun yavelerini Türklere öğretmeli
3- Hocaları toptan kaldırmalı ! ”
(s.165) 

Türk Devrimleri Ne Kadar Türk'tü? Mesela Latin Yazısı Türk Yazısı mıdır?

Türk Devrimleri Ne Kadar Türk'tü? Mesela Latin Yazısı Türk Yazısı mıdır? Harf inkılabı, harf devrimi,

SORUYORLAR: Siz Arap mısınız ki, Türkçeyi Arap yazısıyla yazmak istiyorsunuz?

Cevap: Siz Latin misiniz ki, Türkçeyi latin harfleriyle yazmayı marifet sanıyorsunuz?

Latin harfleriyle Türkçe çok kolay okunup yazılıyormuş.

Yazının kolay olması, okunduğu gibi yazılması, yazıldığı gibi okunması bir halk ve bir kültür için iyi değildir.

İngilizceye bakalım: Konuştukları gibi mi yazıyorlar, yazdıkları gibi mi okuyorlar?

İngilizce belki de imlası en zor dildir. Lastik yazarlar kauçuk okurlar. Meşhur edipleri Shakespeare'i böyle yazıyorlar, Şekspir okuyorlar. İsland yazıyorlar, aylınd okuyorlar.

Fransızca konuşulduğu gibi mi yazılıyor?

Kolay bir alfabe bir toplumun zekasını dumura uğratır, aklını tembelleştirir.

Çince, yazı itibarıyla dünyanın en zor dilidir. Bu zorluk Çin çocuklarına azim, sabır, başarı, güç kazandırmaktadır.

Japonca da böyledir.

Dünyaya bakın:


Çin, Japonya, Hindistan, Kore, Arap dünyası, Gürcistan, Ermenistan, İsrail, Habeşistan... Daha nice ülke ve halk yazılarını kendi alfabeleriyle veya yazı sistemleriyle okuyup yazıyor.Bu yüzden geri mi kalmışlardır?

O çok sevdiğimiz İsrail niçin Latin alfabesine geçmedi.

Müslümanların yazılarını değiştiren Stalin niçin Gürcülerin ve Ermenilerin millî yazılarına dokunmadı?

Bir milyarlık Hindistan o çetrefil Sanskrit yazısıyla ilimlerde, fenlerde, sanatlarda harikalar meydana getiriyor.

Türkler tarih boyunca en az on beş yazı çeşidini kullanmışlardır.

Bu on beş çeşit yazıdan en fazla İslam Kur'an yazısını kullanmışlardır.

Türkiye'nin tarihi, edebiyatı, toplumsal hafızası onların Arap yazısı bizim İslam Kur'an yazısı dediğimiz yazı ile kayda alınmıştır.

Türk dili için latin yazısı mı daha uygundur, yoksa İslam yazısı mı?

Bu kunuda ben bir şey söylemeyeyim. Kazanlı (Tataristan) Türkolog ve dilbilimci Âlimcan Şeref bey, 1926 Bakü Türkiyat kongresinde okumuş olduğu "Harflerimizin Müdafaası" adlı kitabında Arap alfabesinin Türk diline Latin alfabesinden daha uygun olduğunu ilmen ispat etmektedir. (Bedir Yayınevi, tel. 0212/519 36 18) Stalin bilahare bu zatı on sene zindanda çürütmüştür.

Latin yazısının Türkiye'yi, Türkleri, Türk kültürünü ilerlettiği, çağdaş uygarlık ufuklarına fırlattığı, ilim ve fenlere hizmet ettiği, edebiyatı, ilmi, irfanı geliştirdiği iddiası temelsizdir. Beyinleri ideolojik kuruntularla dumura uğramış demagoglara bunu anlatamazsınız.

Mehmed Şevket Eygi
Gazeteci-Yazar
25.07.2010

"İnsanların giyimine, diline, dinine, yaşamına karışılmayacak, karışmaya kalkan cezalandırılacak"

"İnsanların giyimine, diline, dinine, yaşamına karışılmayacak, karışmaya kalkan cezalandırılacak"



Askerî cumhuriyet

Acılı bir dönem sona eriyor.

Yanlış kurulmuş bir cumhuriyet şimdi yeniden biçimleniyor.

Biz cumhuriyet kurup başına Mustafa Kemal’i getirmedik, Mustafa Kemal’i başa geçirip etrafına bir cumhuriyet kurduk.

Tek partili bir diktatörlük de halktan destek alamadığı için desteğini ordudan aldı.

Niye yaptığımızı bugün dahi mantıklı bir şekilde açıklayamadığımız bir sürü tuhaf “devrimi” ordu zoruyla gerçekleştirdik.

İnsanların giysilerine musallat olduk.

“Fes giymeyeceksin” diye tutturduk.


Alfabelerini değiştirdik.

Müziklerini dinlemelerini yasak ettik.

Bunların hiçbirini halkın rızasını alarak yapmak mümkün olmadığından hep orduyu kullandık.

Ne olurdu insanlar fes giyseydi, Arap alfabesi kullansaydı, Bach yerine türkü dinleseydi?

Ne olurdu görüntü Batılılara benzemeseydi de, “halkın iradesine” dayanan bir yönetim şekli Batı’ya benzeseydi?

Bu ülkede “şapka giymiyor” diye adam asıldı.

Bunun saçmalığını dile getirmek yasaklandı.

Mustafa Kemal, Batı uygarlığının “özünü” değil, biçimini benimsedi.

Bu ülkenin aydınları da “görüntüyü” çağdaşlık olarak değerlendirdi.

Eğitim bir “beyin yıkama” kampanyasına dönüştürüldü, demokrasi neredeyse lanetlenip “cumhuriyet” alabildiğine yüceltildi.

Cumhuriyet, bir diktatörlük yönetimine cevaz veriyordu çünkü.

Demokrasi ise diktatörlüğe izin vermiyordu.

Gericilik-ilericilik tamamen şekil üzerinden öğretildi.

İnsanların birbirlerine nasıl hitap edeceği bile yasalarla belirlendi.

Batı’nın şapkasını aldık.

Gömleğini, ceketini, alfabesini aldık.

Felsefesini, bilimini, demokrasisini almadık.

Görüntüsel bir özentiye dayanan bir diktatörlük kurduk, bunun sürmesini de ordunun silahıyla sağladık.

İsmet Paşa da bu düzeni sürdürdü.

Sonra bunu değiştirmek zorunda kaldık.

Her şeyi “görüntü” sandığımızdan “demokrasinin” de görüntü kısmını benimsedik.

Seçimlere çok parti girdi ama yönetim hep orduda kaldı.

Seçilen siyasiler, yönetimi kendilerinde sandıklarında ordu devreye girip darbe yaptı.

Darbeler de bizim tuhaf cumhuriyetin bir “parçası” olarak kabul edildi.

Soğuk Savaş sırasında, Amerika Türkiye’yi Sovyetler’e karşı kullanmak istediği için bu düzenin sürmesinden yana çıktı.

Sonra dünya değişti.

Amerika değişti.

Avrupa değişti.

Türkiye’den talepleri değişti.

Ordu bunu kabul etmek istemedi.

Son darbesini 28 Şubat’ta yaptı.

2002’de zenginleşen muhafazakâr kesimlere dayanan, dünyanın desteğini arkasına almış AKP iktidarına karşı da darbe hazırlıklarını, girişimlerini, planlarını sürdürdüler.

Dünyaya öylesine kördüler ki hayatın değiştiğini fark etmediler, kendilerine olan güvenleri tamdı, hazırladıkları darbeleri kayıtlara geçirdiler.

Hayatın, zamanın, koşulların kendilerine verdiği mesajları anlamamakta direndiler.

Sonunda yakalandılar.

Halk artık darbelerden ve darbecilerden nefret ediyordu.

Kendi iradesinin iktidara gelmesini istiyordu.

Dünya da bunu destekliyordu.

Dün ilk kez muvazzaf bir orgeneral “darbe” hazırlıklarına karıştığı için tutuklandı.

Kenan Evren, darbe yaptığı için ifadeye çağrıldı.

Ordunun içindeki son cunta da şimdi temizleniyor.

Yeni bir çağ açılıyor.

Bu çarpık cumhuriyetin içinde hayat bulmuş bütün “çarpıklıklar” da temizlenecek, cumhuriyeti bu toplum yeniden kuracak.

İnsanların giyimine, diline, dinine, yaşamına karışılmayacak, karışmaya kalkan cezalandırılacak.

Kişilerin iradesinin değil, dünyayla uyum içinde yaşayacak bir toplumun iradesinin yönetime yansıyacağı bir dönem bu.

Diktatörlüğe heves etmek artık mümkün değil bu çağda, bunu da herkesin aklında tutmasında büyük fayda var.

Ahmet Altan

Anıtkabir Mason Tapınağı Örnek Alınarak mı Yapıldı?

Anıtkabir Mason Tapınağı Örnek Alınarak mı Yapıldı?


  • Atatürk için yaptırılan Anıtkabir’e model olarak ABD-Washington’daki Mason tapınağı neden örnek alındı?
  • Atatürk’ün cenaze namazına katılımını gösteren bir kare fotoğraf veya filmin olmaması nasıl açıklanabilir?
  • Anıtkabir’de Mısır firavunlarının tapınaklarında görülen kabartma rölyef anlayışı neden yerleştirildi?
  • Anıtkabir’deki Arslanlı yol heykelleri masonlardaki “Lions” felsefesinin ürünü değil midir?
Özetle: Atatürk, Müsmlüman bir liderdir, Anıtkabir’de dini ibadet ve dua kuralının uygulandığı yeni bir düzenlemenin yapılması gerekir!

Anıtkabir yapılmadan önce rasat istasyonu bulunması dolayısıyla Anıttepe’nin ismi Rasattepe idi. 906 rakımlı bu tepede, MÖ. 12. yüzyılda Anadolu’da devlet kuran Frig uygarlığına ait tümülüsler (mezar yapıları) bulunmaktaydı. Anıtkabir’in Rasattepe’de yapılmasına karar verildikten sonra bu tümülüslerin kaldırılması için arkeolojik kazılar yapıldı. Bu tümülüslerden çıkarılan eserler, Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenmektedir.

Proje ve İnşaat Anıtkabir’in yerinin seçilmesi için görevlendirilen komisyon 1 Mart 1941 tarihinde uluslararası bir yarışma açtı. Yarışmaya, Türkiye, Almanya, İtalya, Avusturya, İsviçre, Fransa ve Çekoslovakya’dan toplam 47 proje katıldı. Bu projelerden 3 tanesi komisyon tarafından ödüle layık görüldü. Milli konuyu daha başarılı ifade etmesi ve projenin araziye uygunluğu nedeniyle, Prof. Dr. Emin Onat ve Doç. Dr. Ahmet Orhan Arda‘nın projesinin uygulanmasına karar verildi.


Emin Onat
Anıtkabir projesinin belirlenmesinden sonra, ilk aşamada kamulaştırılma çalışmaları yapıldı ve 9 Ekim 1944 tarihinde yapıma başlandı. Anıtkabir’in inşası 9 yıllık bir sürede 4 aşamalı olarak 1953 yılında tamamlandı.
Birinci Kısım İnşaat: 1944-1945 Toprak seviyesi ve aslanlı yolun istinat duvarının yapılmasını kapsayan birinci kısım inşaata 9 Ekim 1944 tarihinde başlanmış ve inşaat 1945 yılında tamamlanmıştır.

İkinci Kısım İnşaat: 1945-1950 Mozole ve tören meydanını çevreleyen yardımcı binaların yapılmasını kapsayan ikinci kısım inşaat 29 Eylül 1945 tarihinde başlamış, 8 Ağustos 1950 tarihinde tamamlanmıştır. Bu aşamada inşaatın kâgir ve betonarme yapı sistemine göre, temel basıncının azaltılması göz önünde tutularak, anıt kütlesinin ‘temel projesinin’ hazırlanması kararlaştırılmıştır. 1947 yılı sonuna kadar mozolenin temel kazısı ve izolasyonu tamamlanmış ve her türlü çöküntüleri engelleyecek olan 11 metre yüksekliğinde betonarme temel sisteminin demir montajı bitirilme aşamasına gelmiştir. Giriş kuleleri ile yol düzeninin önemli bir kısmı, fidanlık tesisi, ağaçlandırma çalışmaları ve arazinin sulama sisteminin büyük bir bölümü tamamlanmıştır.

Üçüncü Kısım İnşaat: 1950 Anıtkabir üçüncü kısım inşaatı, anıta çıkan yollar, aslanlı yol, tören meydanı ve mozole üst döşemesinin taş kaplaması, merdiven basamaklarının yapılması, lâhit taşının yerine konması ve tesisat işlerinden oluşmuştur.

Dördüncü Kısım İnşaat: 1950-1953 Anıtkabir’in 4. kısım inşaatı ise şeref holü döşemesi, tonozlar alt döşemeleri ve şeref holü çevresi taş profilleri ile saçak süslemelerinin yapılmasını kapsıyordu. Dördüncü kısım inşaat 20 Kasım 1950 tarihinde başlamış ve 1 Eylül 1953 tarihinde bitirilmiştir.10 Kasım1953 tarihinde, Atatürk’ün naaşı 1938 yılından beri, 15 yıl süre ile muhafaza edildiği geçici kabri olan Ankara Etnografya Müzesi’nden alınarak büyük bir tören ile Anıtkabir’e defnedildi.

Mimari Özellikleri:
Anıtkabir Projesi’nde mozolenin kolonat üstünde yükselen tonoz bir bölüm bulunmaktaydı. 4 Aralık 1951 tarihinde hükümet, projenin mimarlarına Şeref Holü’nün 28 metrelik yüksekliğinin azaltılması ile yapının daha çabuk bitirilmesinin mümkün olup olmadığını sordu. Mimarlar yaptıkları çalışmalar sonucu Şeref Holü’nü taş bir tonoz yerine, betonarme bir tavan ile örtmenin mümkün olduğunu bildirdiler. Böylece tonoz yapının zemine vereceği ağırlık ve bunun doğuracağı teknik sıkıntılar da ortadan kalkıyordu. Anıtkabir’in yapımında, beton üzerine dış kaplama malzemesi olarak kolay işlenebilen gözenekli, çeşitli renklerde traverten, mozole içi kaplamalarında ise mermer kullanılmıştır. Heykel grupları, aslan heykelleri ve mozole kolonlarında kullanılan beyaz travertenler Kayseri Pınarbaşı ilçesi’nden, kulenin iç duvarlarında kullanılan beyaz travertenler ise Polatlı ve Malıköy’den getirilmiştir. Kayseri Boğazköprü mevkiinden getirilen siyah ve kırmızı travertenler tören meydanı ve kulelerin zemin döşemelerinde, Çankırı Eskipazar’dan getirilen sarı travertenler zafer kabartmaları, şeref holü dış, duvarları ve tören meydanını çevreleyen kolonların yapımında kullanılmıştır.Heykel grupları, aslan heykelleri ve mozole kolonlarında kullanılan beyaz travertenler Kayseri Pınarbaşı ilçesi’nden, kulenin iç duvarlarında kullanılan beyaz travertenler ise Polatlı ve Malıköy’den getirilmiştir.

Kayseri Boğazköprü mevkiinden getirilen siyah ve kırmızı travertenler tören meydanı ve kulelerin zemin döşemelerinde, Çankırı Eskipazar’dan getirilen sarı travertenler zafer kabartmaları, şeref holü dış, duvarları ve tören meydanını çevreleyen kolonların yapımında kullanılmıştır. Şeref holünün zemininde kullanılan krem, kırmızı ve siyah mermerler Çanakkale, Hatay ve Adana’dan, şeref holü iç yan duvarlarında kullanılan kaplan postu Afyon’dan, yeşil renk mermer Bilecik’ten getirilmiştir. 40 ton ağırlığındaki yekpare lâhit taşı Osmaniye’den, lahitin yan duvarlarını kaplayan beyaz mermer ise Afyon’dan getirilmiştir. Anıtkabir’in genel mimarisi Türk mimarlığında 1940-1950 yılları arasındaki “II. Ulusal Mimarlık Dönemi” olarak adlandırılan dönemin özelliklerini yansıtır. Bu dönemde daha çok anıtsal yönü ağır basan, simetriye önem veren, kesme taş malzemenin kullanıldığı binalar yapılmıştır, Anıtkabir de bu özelliklere uymaktadır. İlk projede mozole iki katlı olara tasarlanmış, ancak ekonomik nedenlerle ikinci katın yapımından vazgeçilmiştir. Bu dönem özellikleri ile birlikte Anıtkabir’de Selçuklu ve Osmanlı mimari özelliklerine ve süsleme öğelerine sıkça rastlanır, örneğin dış cephelerde, duvarların çatı ile birleştiği yerde kuleleri dört yandan saran Selçuklu taş işçiliğinde testere dişi olarak adlandırılan bordür bulunmaktadır. Ayrıca Anıtkabir’in bazı yerlerinde (Mehmetçik Kulesi, Müze Müdürlüğü) kullanılan çarkıfelek ve rozet denilen taş süslemeler Selçuklu ve Osmanlı sanatında da göze çarpmaktadır.”

BUNDAN SONRASI
Anıtkabir ile ilgili Wikipedia Ansiklopedisinde yer alan bilgiler böyle olsa da Anıtkabir’in görüntüsüne dikkatle bakanlar, farklılıkları, yapılış amaçlarını kısa sürede görebilirler.

Atatürk’ün ölümünü 10 Kasım 1930’i izleyen günlerde örneğin 11 Kasım 1938 günü henüz cenazesi Dolmabahçe Sarayı salonundaki katafalkta iken “darbe sonucu” İsmet İnönü cumhurbaşkanı seçildi.

18 kasım 1938 günü giz bir el’in talimatı ile Dolmabahce Sarayındaki Atatürk heykelinin vidaları söküldü, yerinden alındı ve heykel bir hurdacının deposunda parçalandı.

19 kasım günü cenaze namazının kılınması olayı perde arkasında yaşanan sert tartışmalardan sonra yerine getirildi. Cenaze yerinden alındı, bir odaya götürüldü. Kapılar kapatıldı. Şemsettin Günaltay tarafından Türkçe dualar okunarak kılınmış oldu. Gizli bir el “Cenaze namazının fotoğrafının fotoğrafının ve filminin çekilmesine” yasak koymuştu. Namazı kılanların kimler olduğunun bilinmesi istenmiyordu. En azından cenaze namazında Cumhurbaşkanı İnönü ve Başbakan Celal Bayar yoktu. Aslında Atatürk’ün cenaze namazının kılınması istenmiyordu. Gerekçesi ise hazırdı: Atatürk’ü laiklik anlayışı gereği dini törenin yapılmasını istemeyenler hükümette görev yapıyordu. Cenaze namazı, İstanbul’daki camilerden birisinde neden kılınmamıştı? Çünkü bırakınız camide namaz kılınmasını, 1935 yılında çıkarılan Vakıflar yasası çerçevesinde Anadolu’nun her yerinde camiler satılıyor, yıkılıyor yok ediliyordu. En basit uygulamayla Türklerin 1000 yılı aşkın İslam inancı gereği tabutun üzerine ya Türk bayrağı örtülür veya kurandan alınma ölümle ilgili “Külli nefsin zaikatül mevt” (Her nefis ölümü tadacaktır ve devamında da toprak olacaktır) sözleri yazan ayet metni bulunurdu.

Daha açık konuşmak gerekirse Atatürk öldüğünde Celal Bayar ve daha İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde Başbakanlar ve Hükümet üyelerinin büyük kısmı mason locasına kayıtlı idi. Ünlü Dr. Refik Saydam (Başbakanlık da yaptı), Milli Eğitim Bakanı Hasan ali Yücel gibi. Anıtkabir için örnek alınan mimari yapı Bodrum’daki eski Yunanlılar zamanında inşa edilen kral MOUSELES’in mezarı idi, ki kısaca “Mozole” olarak da isimlendiriliyordu.

Şimdi bu açıklamalardan sonra isterseniz Anıtkabir’in mimari özelliği için örnek alınan yapıyı açıklayalım. ABD’nin başkenti Washington’da bulunan Mason tapınağı örnek alınmıştır. Aşağıdaki adı geçen mason tapınağının görüntüsüne dikkatle bakın: Hayatı, yer aldığı olaylar, yazdığı belgeler tarihin özgür ortamında değerlendirildiğinde dini inançlar ile barışık, hattı yeri geldiğinde camide hutbe bile okuyan, Kuranı Kerim’in anlaşılması için Türkçe Meal ve Tefsirinin bile yapılmasını destekleyen Atatürk’ü “dinsiz” veya “Laik-tanrı” göstermenin ne mantığı olabilirdi! O’nun ölümünden yıllar sonra yapılan Anıtkabir için ABD’deki Mason tapınağını örnek almanın açıklamasını Türk milletine nasıl yapabilirlerdi!

Washington Mason Tapınağı
Özetle kurgulanan ve Türk milletine dayatılan “Atatürkcülük” tarihin gerçeklerinden saptırılmış “dayatmacı” bir düşüncenin ürünü olarak Atatürk’ün ardından onu tabulaştırmak isteyenlerin sunduğu paradigma düşüncedir.

(Cezmi Yurtsever, Şifre)

Nerede bu Atatürk'ün akrabaları? Gökten zenbille mi indi bu adam? Anne tarafından, baba tarafından akrabaları ve soyları nerede?

Nerede bu Atatürk'ün akrabaları? Gökten zenbille mi indi bu adam? Anne tarafından, baba tarafından akrabaları ve soyları nerede?


On kasım” olur da “10 Kasım” yazılmaz mı? Adettendir.. Mustafa Kemal’le ilgili aslında kimsenin fazla bir bilgisi yoktur.. Aslında resmi tarih açısından sorun yok.. Siz 1. İnönü Savaşı oldu mu, olmadı mı diye tartışadurun, Harp Tarihi Akademisi’nde 500 sayfalık 1. İnönü Savaşı’nın bütün detayları vardır..

Her 10 Kasım’da hep İnönü’yü düşünürüm.. Sahi 10 Kasım gecesi İnönü niçin Mustafa Kemal’in yanında değildir?. Ya da nerededir?. Sahi Mustafa Kemal vasiyetinde niçin İsmet Paşa’nın çocuklarına filan okul harçlığı verilmesini vasiyet eder? Mustafa Kemal gibi bir şahsın vasiyeti gerçekten bize açıklanan kadar mı?

“Saat 9’u beş geçe / Atam Dolmabahçe’de!” Sakın Mim Kemal Öke o sabahın gecesinde biraz nefes alsın diye Boğaz’a açılmış olmasınlar.. Ve daha gece yarısı olmadan Mustafa Kemal yatağına bitkin şekilde uzanmış olmasın ve kendinden bir daha haber alınmamış olması ihtimali yok mu?


Kemalistlerin Mustafa Kemal’e yaptığını, sanırım muarızları ona yapmamıştır..

Mustafa Kemal’in vasiyetini açıklayabilir misiniz? Ya da Latife hanımın mektuplarını, anılarını yayınlasanıza.. Nutuk’u tahrif edenler, Mustafa Kemal ve ailesine sansür uygulayanlar bunlar değil mi?

Güya CHP, Mustafa Kemal’in mirasını koruyor.. Hayır korumuyor, sadece mirasını ve siyasi rantını tüketiyor o kadar.. Nutuk’u sadeleştiriyoruz diye tahrif edenler de bunlardı. Ama Mustafa Kemal’i Kemalistlerin elinden kurtarmak mümkün olmadı..

Mustafa Kemal, Ergenekoncuların elinde, İlhan Selçuk, Balbay taifesinin Cumhuriyetçilerinin ve CHP’lilerin elinde toplumun milli değerlerine, inancına, kültürüne, kimliğine karşı daima tehdit olarak kullanılmaya çalışıldı.. ADD’ye, ÇYDD’ye baksanıza.. En Atatürkçü geçinen paşalar Ergenekoncu çıkmadılar mı? Batılıların “Bizim çocuklar” dediği darbeler hep Kemalizm adına yapılmadı mı?

Osman Nuri Çerman, 1960’larda “Türkün dini Kemalizm’dir” diye bir kampanya başlatmıştı.. Laik bir adamı, birinin Peygamberi ilan etmeye kalktı birileri.. Onun için ölümünün ardından Behçet Kemal Çağlar bir de “mevlid” yazdı ona.. Ellerinden gelse, Kur’an-ı Kerim’den ahkam ayetlerini çıkartıp yerine Nutuk’tan parçalar koyacaklardı..

İşe bakarsanız, Mustafa Kemal türbeleri yasakladı, Kemalistler ona türbe yaptılar. Hem de ne türbe.. Mehmet Doğan’ın deyişi ile “M. Kemal’in arzusu olmamasına rağmen, Anıtkabir’i inşa ederken bir putperest Yunan tapınağını kopyalamaktan da çekinmediler!”

“Kabe arabın olsun Çankaya bize yeter” diyen de vardı, “Anıtkabir Kabemiz” diyen de.. “Bu taş daha kutsaldır o Kabe’nin taşından” diyerek “ilah gibi bir heykel” diye Mustafa Kemal’in heykelini işaret eden de! (Bakınız, Cumhuriyetin 15. Yılı Şeref kitabı. CHP Yayını. Cumhuriyet Matbaası-İstanbul) Mehmet Doğan da zaten yazısının başlığını onun için olmuş olsa gerek “Tapınak mı, Türbe mi?” koymuş..

Mustafa Kemal Cumhuriyeti kurdu ama Kemalistler onu, ancak monarşilerde olan ve zaten tek adam rejimi olduğu için monarşi denildiği halde Mustafa Kemal’i “tek adam” ilan ettiler.. Birilerinin daha Cumhuriyetin 10. yılında Mustafa Kemal’e “Führer” diye kartvizit bastırdığını ve 10. Yıl albümüne Hitler’den mesaj alındığını biliyor muydunuz? Führer, biliyorsunuz, Almanca’da “ulu önder” demek.. Bununla kalsalar iyi, bizimkiler bir anda Almancı olup, Hitler gibi bıyık bıraktılar.. Geçen gün yazmıştım bunu bir vesile ile.. Aslında CHP, TSK ve ADD ile Cumhuriyet gazetesi ve İP’in elinden kurtulmadan Mustafa Kemal’e rahat yok!

Merak ediyorum, bugünkü tartışmalara adı karışanlar nasıl Anıtkabir’e çıkıp o defteri imzalayacaklar?.

Birileri bu konuyu vesile ederek ortalığı karıştırmak isteyecektir yine.. Kimileri de mangalda kül bırakmayacaktır. Kimileri için ise Anıtkabir artık bir ağlama duvarıdır.. 29 Ekim’le 10 Kasım arası bizim ulusalcılar sokağa çıkacaklardı.. 10 Kasım geldi, bir şey yok.. Akıllandılar mı, yoksa artık kimseye sözleri mi geçmiyor bilmiyorum.. “ ‘Atatürk Tanrı’dır, üşümez, acıkmaz, yorulmaz ve de eleştirilemez’ yaklaşımı genç kuşakları Atatürk’ten uzaklaştırdı. Bıktırdı” diyor Engin Ardıç yazısında.. 10 Kasım günü, okulda koşup güldükleri için ceza aldıklarını anlatıyor. 10 Kasım günü sinemaların, eğlence yerlerinin, meyhanelerin kapanmasını eleştiriyor.. “Sözde Atatürkçülük adına yapılan saçmalıklara ve rezilliklere de karşı çıkacağım” diyor haklı olarak, örnekler veriyor.

Güneş Dil teorisini hatırlayan var mı artık? Ya da gerçekten 6 okun tamamını savunanı sormuyorum, bir çırpıda bu “6 umde”yi sayacak kaç kişi var aramızda?. Kaç kişi Halkçılık ve Cumhuriyetçilik arasındaki farkın ayırdında, bana söyler misiniz? Hem de bu kadar çok “Atatürkçülük” yapılmasına rağmen.. Karga kovalamaktan başka akıllarda kalan ne var, ailesini bile bilmiyoruz Mustafa Kemal’in. Dede, amca, teyze, hala, kim bunlar? Nerede yaşıyorlar?. Ne haldeler?. Açık oy gizli tasnifi savunan var mı bugün?. İstiklal Mahkemeleri’ni savunan kaç kişi kaldı?. Kemalistler “Ulusalcı” kadroların elinde perişan oldular bugün..

Mustafa Kemal Trablus’tan gelip, Sofya’ya giderken uğradığı Bad Godesberg’de İbrahim İhsan’ın yanına niçin gitti? Kim bu İbrahim İhsan? Bunu, Trablus’ta İtalyan topçusunun açtığı bir ateş sonucu, bir şarapnel parçasının, girdikleri sipere çarpıp, fırlattığı kireç taşı Mustafa Kemal’in gözüne çarptığında onu tedavi eden Sadi Borak’a sormak gerekti. “Borak” bu soyadı niçin aldı biliyor musunuz?

İbrahim İhsan hakkında İngiliz arşivlerinde ne gibi bilgiler vardır, bakmak gerek..

Kurgulanmış bir resmi tarihin ne kadar gerçek olduğu ortada.. O zaman asıl kurgulanan siyasi gerçek neydi? Bunu düşünmek, araştırmak da size kalıyor.. Mustafa Kemal’i tabulaştırmak isteyenler bana kalırsa asıl bu gerçeği gizlemeye çalışıyorlar.. Onun için Mustafa Kemal’le ilgili bilgi ve belgelerin, Latife hanımın evraklarının açıklanmasına karşı çıkıyorlar.. “Çünkü o zaman tarihi yeniden yazmak gerekebilir” diye düşünüyorlar.. Sahi, Abdurrahim Tunçak evlatlık mıydı, ya da oğlu mu? Tunçak o serveti nasıl elde etti? Can Dündar’a sormak gerek. O konuştu son olarak.. O bir sır!

Herkes eline bir şecere alıp çıkınca işler daha da karışıyor. Her gün biri bir iddia ortaya atıyor. Mustafa Kemal’in ailesini arıyoruz! Atadan, Atatür. Murat Bardakçı akrabalık ilişkisi ile ilgili şu soyisimleri veriyor: Söğütlügil, Orcay, Kanıpak, Anul, Özdamar, Evyapan, Altay, Apaydın, Gülenç, Erbatur, Yorgancı, Tosun ve Eke. Dr. Ali Güler’in “Karamanlı Sarı Paşa”sında anlatılanlar ne olacak şimdi? Aslında kim ne söylerse söylesin; yeter ki söylesin. Gerçeği bu söylenenlerden damıtacağız..

Mesela artık Şemsi Efendi’nin kim olduğunu, o mektebin nasıl bir mektep olduğunu biliyoruz..

Devletin Mustafa Kemal üzerindeki ipoteği kalksa, onun mirasını koruduğunu söyleyen CHP bu gerçeklerin açıklanmasını engellemese gerçekle yüzleşeceğiz.. Bir 10 Kasım’da daha bir ulus kendi tarihine ilişkin gerçekleri arıyor.. Ve her on kasım bu talebimizi dillendirmek için artık yeni bir vesile oluşturacaktır..

Bardakçı diyor ki; “Bu sene Atatürk’ün doğumunun 128., hayata veda etmesinin 71., Cumhuriyet’in ilânının da 86. yıldönümü..  Başka türlü ifade edeyim: Atatürk’ün doğumunun üzerinden 128, vefatından buyana da 71 sene geçmiş. Şimdi kendi kendimize bir soru soralım ve cevabını bulmaya çalışalım: Aradan geçen bu uzun seneler zarfında Atatürk’ün tam bir şeceresi, yani soyağacı çıkartılıp yayınlandı mı? Yani hem anne hem baba tarafından ailesinin nerelere uzandığı, dedelerinin, amcalarının, halalarının, dayılarının kimler olduğu, bu aile büyüklerinin soylarının devam edip etmediği, Atatürk’ün şu anda hayatta bir akrabasının yahut akrabalarının bulunup bulunmadığı hususlarında konuyu tam olmasa bile tama yakın şekilde ele alan bir çalışma yapıldı mı? Merak edip aradığınız takdirde bulamazsınız, zira böyle bir çalışma her nedense yapılmamıştır ve yoktur!”

Selam ve dua ile.

Abdrurrahman Dilipak
 Gazeteci Yazar
Yeni Akit 

Bu ay öne çıkanlar