Sabır ve namazla yardım isteyiniz |
Evet, her an her zaman, her yerde, her durumda Allah’tan yardım isteyeceğiz. Dileklerimizi-temennilerimizi Ona arz edeceğiz.
Ama nasıl?
Şartları var mı?
Varsa nelerdir?..
Zira şartlarına riayet edilmeden yapılacak istekler, müracaatlar karşılık bulmaz, talepler tahakkuk etmez.
İşte tam da bu noktada Rabbimiz bize, zatından yardımı nasıl, neyle istememiz gerektiğini açıklayarak buyuruyor ki:
“Ey İman edenler! Sabır ve namaz ile (Allah’tan) yardım isteyin! Şüphe yok ki Allah, sabredenlerle beraberdir.” (1)
Önce sabır ve kararlılığa alışınız; nimetlerin kendilerine göre zahmetleri de vardır. Allah''ın bütün nimetlerine, hele sonsuz nimetlerin tamamına anahtar olan iman ve İslâm nimetine şükretmek ve özellikle bunu “ihsan” mertebesinde eda edebilmek elbette kolay değildir. Siz bu girip yüreyeceğiniz yolda ebedi bir gayeye yürüyeceksiniz... Yürürken imtihanlar geçirecek, biri içte, diğeri dışta iki büyük düşmanla çarpışacaksınız.
Bir taraftan nefislerinizin heves ve arzusu, diğer taraftan kâfirlerin, hak düşmanlarının hücum ve eziyetleri ile uğraşacaksınız. Bunlara karşılık vermek ve kendinizi savunmak için cihada ve savaşa mecbur olacaksınız. Bazı zahmetler ve meşakkatler göreceksiniz.
Ruhen ve bedenen nefsinizi terbiye etmezseniz, sabır ve tahammüle, kararlı ve metin olmaya alışamazsınız, Allah''ın yardımının ilk sebeplerinden birini kaybetmiş olursunuz, tehlikeye uğrarsınız. En ufak bir sıkıntı, bir acı karşısında korkmaya, sızlanmaya başlarsınız. Ümitsizliğe ve gevşekliğe düşersiniz. Şunu biliniz ki; sabır, her başarının başıdır.
İmandan sonra takip edilecek yolun başı sabır, ahlâkın başı sabır, ilmin başı sabır, amelin başı sabır, kısaca varlık âlemini tanımanın başı sabırdır.
Sabırsızlık; acele etmek ve bir anda her şeyi istemektir. Halbuki yaratıklar, zamana bağlı olup, terbiye kanununa tâbidirler. Zaman ise peşpeşe gitmek, yavaş yavaş olmak demektir. Bunun için yaratıkların tam başarıya ulaşmaları derece derece bir silsile takip eder. Bu da sabra bağlıdır. Her şeyi bir anda istemek, hiçbir şey istememektir. Hatta yaşamak, sabretmektir.
Âlimler sabrı iki kısma ayırırlar:
1) Kötü şeylerin acısına sabır ve tahammül ile güzel sonuçlarını beklemek,
2) Çabucak gelecek olan lezzetten ve şehvetten uzak durmada sabırla, onların kötü sonuçlarından sakınmaktır.
Bunların biri müsbet/olumlu, diğeri menfi/olumsuz şekilde bir sabırdır. Birincisi, acı ilaçlarla tedavi gibi vazifeye atılmak; ikincisi, zehirli tatlılardan sakınmak gibi zararlı şeylerden kaçınmaktır.
Bununla beraber bazı durumlar vardır ki, orada sabır kötüdür, meşrû değildir. Öyle durumlarda hızla savunmak için hayatı feda etmek daha çok tercih edilir ve belki de vâcib olur.
Bu âyetteki “es-Sabru” kelimesinin “elif lâm”ı ahd-i hâricî olmak üzere burada sabrın çeşitlerinden oruç veya cihadın kastedildiği nakledilmektedir. Fakat muhakkik (araştırmacı) âlimlerin tercihine göre “lâm” cins içindir. Oruç ve cihad ile beraber diğer sabır çeşitlerini de içine alır.
Kısaca ahlâkta, imandan sonra sabır, ilâhî yardımın ilk celbedilme (kendine çekme, getirme) yoludur.
Namaz da böyledir. Ruhun düzelmesinin, bedenin intizama girmesinin, sabır ve vakarın, ruhî ve bedenî her vazifenin, dünya ve ahiretle ilgili her olgunluğun düzenleyicisi olan, gerek şahsî/kişisel ve gerekse içtimai-sosyal her özelliği içine alan ve ümmet teşkilatının en birinci ve en esaslı belirtisi bulunan namaz, imanın en büyük güçlendiricisi, bütün ibadetlerin ve amellerin başıdır. Müminlerin miracı, âlemlerin Rabbine beden ve candan durumlarını arz etmek suretiyle niyazları, kısaca zikir ve şükrü içine alan bir ibadet olduğu için, ilâhî yardımın en önde gelen ve en yakın celbedilme yoludur.
Kıblenin taşıdığı önem de ilk önce bunun içindir. Bu sebeple namaz, sabır gibi sade bir vasıta değil, aynı zamanda Allah''a bir kavuşma olmak üzere en büyük bir zevk gayesidir. Bu sayede Allah''tan başka tüm mâsiva (varlık âlemi)dan çıkılır; acılar, kederler silinir. Kul ile mabud buluşma meclisinde beraber olur.
Bunun içindir ki Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Namaz göz aydınlığım kılındı.” buyurmuş, en büyük zevk ve sevincin namazda hasıl olduğunu göstermiştir.
Yukarıda kıblenin önemi hakkında gelmiş olan âyet-i kerimeler, onun mevzusu olan namazın Allah katında taşıdığı kutsal kıymeti anlatmış bulunduğundan burada yalnız sabrın kıymetini bildirmek için şöyle buyuruluyor:
Şüphe yok ki Allah, sabredenlerle beraberdir. O''nun en güzel isimlerinden biri de “Sabûr” ism-i şerifidir. Her kimde sabır varsa onda Allah''ın kudretinden bir tecelli kokusu vardır. Hele bu sabırlı kimseler bir araya gelip bir cemaat olurlarsa, mutlaka Allah''ın yardımına ererler. Allah onların daima dostu ve velisidir. Dualarına, isteklerine cevap vermek için Allah''ın yardımı daima onların yanlarında dolaşır. Bu beraberliği göstermeyen, gizleyen şey ise o sabırlı kimselerin dağınık bulunmalarıdır.
Yakınlık ve beraberlik ifade eden “ma'a” kelimesi çoğunlukla kendisine tabi olunanın başına gelir. Buna göre; “Allah sabredenlerin beraberindedir.” buyurulmasında Allah'ın, kullarına şeref bahşetmesindeki yüceliği gösteren büyük bir incelik vardır.
Ebussuud Efendi merhum, bu inceliğin açıklamasında demiştir ki: “Çünkü, sabırlı olmaya gerçekten girişenler, sabırlı kimselerin cemaatidir. Bu bakımdan bunlar, kendilerine uyulan kimseler olarak gösterilmiş oluyorlar...” Yani bu beraberlik, çalışıp elde edilecek şeylerde Allah''ın iradesinin, kulların iradesinin arkasından geldiğini ifade etmektedir. Böyle olunca Allah''ın “Rahîm” (çok merhamet edici) sıfatının hükmü olan bu ilâhî şerefi bahşetmenin, kullar hakkında ne büyük bir lûtuf olduğunu inceden inceye düşünmek gerekir. Sabır meselesinin bütün anahtarı bu noktadadır. Şunda da şüphe edilmemelidir ki, Allah''ın kullarına bu şerefi bahşetmesi, Onun iradesine bağlı bir lûtuftur.
İşte ey müminler! Bunu bilerek zikir ve şükür yolunda sabırla yardım dileyiniz. Bu yolda Allah''ın düşmanlarıyla, malla canla cihada ihtiyaç duyarsanız onu da yapınız. Bu uğurda kaybınız bulunursa onların acılarına, ayrılıklarına da katlanınız. (2)
* * *
Yine bir başka ayet-i kerimede Mevlamız buyuruyor ki, “(Ey mü’minler!) Bir de sabır ile namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Gerçi bu (namaz), nefislerinize ağır gelse de Allah’a saygılı kimselere ağır gelmez." (3)
Cenab-ı Hak’tan yardım istemek öyle sadece “Ya Rabbi, bize yardım et!” niyazıyla, ya da “Ya Rabbi şunu ver, bundan koru!” demekle olmaz.
Yardım isteyen kişi, öncelikle bütün zorluklara sabredecek; ayrıca temiz bir abdest alıp namaz kılacak. Başını secdeye koyup gözyaşı dökecek… Böylece kalben Allah’a arz-ı teslimiyette bulunarak maddi-manevi işlerinin hallini Allah’tan isteyecektir.
Sevgili Peygamberimiz bir hadisinde buna işaret ederek şöyle buyuruyorlar: “Eğer Allah’tan hakkıyla korkabilseydiniz, O, yanında cehil olmıyan gerçek ilmi size elbette öğretirdi. Ve Allah’ı gerektiği gibi bilebilseydiniz, tanıyabilseydiniz, o zaman elbette sizin dualarınız ile dağlar bile yerinden devrilir giderdi. (4)
* * *
ALLAH’TAN YARDIM NASIL İSTENİR?
1. Evvela Peygamberimiz (s.a.v.)…
Hz. Ömer (r.a.) anlatıyor: İslâm’ın ilk harbi Bedir’de Allah’ın Resulü şöyle bir müşriklere baktı, birde kendi ordusuna... Onlar 1.000 kişi kendi ordusu sahabileri ise 300 kişiydiler. Onların birçoğu binekli, Rasûlüllah’ın ordusunda bineği olan ancak 3 kişi vardı. Bunun üzerine Peygamber (a.s.) kıbleye döndü (Demek ki duada kıbleye dönmek de Rasûlüllah’ın sünnetidir ve şarttır!) Ve Rasûlüllah ellerilni açarak “Ey Allah’ım! Bana olan va’dini bugün yerine getir. Ey Allah’ım! Bana va’d ettiğini ver. Ey Allah’ım! Şu bir avuç Müslüman topluluğu bugün mağlup ve helak olursa, yeryüzünde sana hakkıyla ibadet edecek kimse kalmıyacak.” Hz. Ömer devamla şöyle anlatıyor: Rasûlüllah Kıble’ye dönüp böylece yaptığı duasına gözyaşları içinde dakikalarca devam ediyordu. O kadar ki: Cübbesi omuzlarından düşmüş bunun farkında bile değildi. Hz. Ebu Bekir geldi: Ve onun cübbesini omuzlarına yerleştirdi. Sonra sırtını kendi göğsüne dayadı ve ona “Ey Allah’ın Peygamberi! Bu kadar iltica yeter, sen Rabbına yalvardın. O sana va’dini bugün –inşaallah- yerine getirecektir” dedi. Bunun üzerine Hz. Allah Cebrail’le (a.s.) ona, “Hani siz Rabbınızdan yardım istiyordunuz da, size “Ben işte ardı ardına 1.000 melek ile yardım ediyorum!” (5) ayetini gönderdi.
Bunun üzerine Rasûlüllah Efendimiz kıbleye döner, kendinden geçer, gözyaşlarını sel ederek isterse; ya bizim nasıl istememiz, nasıl yalvarmamız gerek?.. Öyle değil mi?
2. Hz. Ali Efendimiz ise, Bedir’de harbin en kızıştığı zamanda, Rasûlüllah’ı merak ettim. Acaba ne yapıyor? Bana bir emri olur mu, diye hurma dallarından yaptığımız çardağına yöneldim. Baktım ki içerde namaz kılıp secdeye kapanmış gözyaşları içinde, Rabbine iltica ediyor ve şöyle devam ediyordu: ‘Ya Rabbi! Eğer bu bir avuç Müslümanı bugün mağlup ettirirsen, senin İsm-i Celâl’ini anacak ve yükseltecek yeryüzünde kimse kalmıyacak. Ne olur zafer ihsan et Allah’ım!” Böyle yalvarıyordu. Gözyaşları ise, mübarek sakalından elbisesine doğru akıyordu...
3. Hz. Ömer zamanında İran’da muhasara edilen bir kale bir ay kadar dayanıyor, bir türlü düşmüyor ve teslim alınamıyordu. Çaresiz kalan ordu komutanı durumu Hz. Ömer’e bildirdi. Hz. Ömer ona: “Orduyu kontrol et, mutlaka içinde bir günahkâr var. Onu bul ve tevbe etmesini sağla” diye emretti. Komutan tek tek orduyu arattı. Sordu, soruşturdu; kimsenin belirli bir günahı yoktu. Tam umudunu kesmişti ki bir mücahit ayağa kalktı ve “Ben bu harbin başladığı gece, misvağımı kaybettim. O gün bugündür misvak kullanmıyorum. Böyle abdest alıp, namaz kılıyorum. Belki bu fethe mani olan günahkâr benim” dedi. Ve hemen bir misvak bulunup kendisine verildi, biraz sonra da kalenin fethi nasip oldu. (6)
Misvak ta ne ki demeyelim! Hz. Aişe Validemiz anlatıyor: “Rasûlüllah’ın dünyadan son arzusu, misvak kullanmak olmuştu. Ben de kardeşimden aldığım misvağı ağzımda yumuşattıktan sonra onun ağzına vermiştim. İşte Rasûlüllah ruhunu böyle teslim etti” buyuruyor.
Ve yine Rasûlüllah Efendimizin, misvak kullanmaya teşvik eden pekçok hadisleri vardır. Bunlardan bazıları şöyledir:
“Ümmetime zor gelmeyeceğini bilseydim, her namazdan önce misvak kullanmalarını emrederdim. (7)
“Dört şey peygamberlerin (aleyhimüsselâm) sünnetlerindendir: Haya, güzel koku sürünmek, misvak ve nikâh.” (8)
“Misvak ağzı temizler, Rabbi râzı eder.” (9)
“Misvak kullanarak kılınan namaz, misvak kullanmadan kılınan namazdan 70 kat efdaldir.” (10)
“Cebrail (a.s.) misvak üzerinde o kadar ısrarla durdu ki, (ayet inecek) farz olacak diye korktum.” (11)
4. Kosovo’da Sultan Murad, Haçlı ordularına karşı otağını bir tepenin üstüne kurmuştu. Oradan haçlılara bakınca, onların çoklukları ve güçleri karşısında dehşete düşmüştü. Sabaha kadar uyumadı, namaz kılıp Allah’a yalvardı. Ve sonra ellerini açıp şöyle dua etti: “Ya Rabbi! Benim günahlarımın çokluğu sebebiyle Ümmet-i Muhammed’i düşmanlarımız karşısında mağlup, münhezim eyleme! Onlara zafer ihsan eyle ama bu zafere bir kurban lazımsa, sen beni bu zaferin kurbanı eyle Allah’ım!” Ve öyle de oldu...
5. Hz. Fatih İstanbul’un fethinde 58 gün fetih nasip olmayınca ve Akşemseddinin müjdesi de gecikince, Hz. Fatih daha fazla dayanamıyor, atını Akşemseddin Hazretlerinin çadırına doğru sürüyor ve bir kılıncı ile Akşemseddinin çadırını ikiye bölüyor. Bir de ne görsün, Akşemseddin’in secdede mübarek gözlerinden akan yaşlar çadırının dışına kadar çıkmış. Atından atlıyan Fatih üstazının ellerine ayaklarına kapanıyor. Derken, surlarda Abdulhalık-ı Gucduvanî (k.s.) ve bütün ervah-ı mukaddesse teşrif edip, tecelli ediyor. Abdulhalık Hazretleri “Biz de varız. İşte geldik, biz de buradayız." diyor.
Ya Allah bismillah, Allahu ekber sedaları ile Ulubatlı Hasan’ın surlarda İslâm’ın bayrağını dalgalandırdığını görüyor. Ve tekbirler surlardan Arş’a yükseliyor. Ve yine bu manzara karşısında iki Sultan yerlerdedir... Biri sürünüyor, öbürü ise secde...
Biri Kostantin, bu mağlubiyete ve hezimete dayanamıyor kendini askerlerinin atlarının ayakları altına intihar etmek için atıyor. İşte böylece yerdedir.
Diğeri ise Sultan Fatih, atından atlamış Allah’ın ihsan ettiği bu zafer karşılığında ve Rasûlüllah’ın müjdesine mazhariyete teşekküren secdeye kapanmıştır. O da secde-yi şükr etmekte ve sevinç gözyaşları sel olup akmaktadır.
6. İmam-ı Rabbani Hazretleri Mektubat’ında, “Gaza askeri (muzafferiyet için), dua askerinin duasına muhtaçtır” buyuruyor. Ama nasıl dua!
“Ağlıyarak, çeneleri üzerine (yüzleri üzerine) kapanırlar. Kur’an ise, onların huşuunu (tevauzuunu) arttırır." (12)
İşte böyle cihada hazırlanılır ve sonra da Allah’a gözyaşları içinde niyaz edilirse, Allah’ın da yardımı ile zafer muhakkak olur.
Nitekim Cenab-ı Hak buyuruyor ki: “Andolsun ki, biz senden önce kendi kavimlerine nice peygamberler gönderdik de onlara açık deliller getirdiler. (Onları dinlemeyip) günaha dalanların ise cezalarını hakkıyla vermişizdir. Mü’minlere yardım etmek ise, bizim üzerimize bir hak olmuştur, (yardım etmek de bize düşer)“ (13) Ama mü’min olmak, hakiki mü’min olmak öyle kolay mı?
* * *
ASHAB-I KİRAM’DAN BİR ÖRNEK
Rasûlüllah Zaturrikâ harbindedir (ayakları parçalayan harb ve bezler ile Ashabın ayaklarını sardığı harb olduğu için, bu ismi almıştır). İşte bu harpte bir kadın da esir alınmıştı. Bu kadının kocası dönüşte gizlice Rasûlüllah’ın ordusunu takip ediyor ve bir gece orduya yetişiyor. Ordu çok yorgun düşmüştü. Peygamberimiz, yorgun, bitap ve bitkin düşmüş Ashabına, “Bu gece bizi kim bekleyecek?” diye sormuş, Ashaptan Ammar bin Yasir ile İbad bin Beşir, “Biz bekleriz ya Rasûlellah!” demişlerdi. Ve izin alıp, beklemek üzere vadinin baş tarafındaki boğaza çıkmışlardı. İbad, Yasire: “Gecenin hangi kısmında beklemek istersin?” diyor Yasir de: “Sonunda beklemeyi tercih ederim” deyince, İbad nöbeti alır Yasir de istiharata çekilir. Ama İbad nöbetinde boş duracak değildir, hemen abdest alır namaza durur. Kadının kocası da saklandığı yerden ona bir ok atar ve saplar. İbad oku namazda çıkarır ama namazını bozmaz devam eder. Adam bir ok daha saplar, İbad yine namazını bozmaz adam bir ok daha atıp saplayınca, İbad, kan kaybından taakatının bitmek üzere olduğunu anlayınca, son gücüyle rukua secdeye gider, namazı bitirir ve Yasir’i kaldırır. Yasir İbad’ın durumunu görünce, hayret içinde ona: “Bu ne hal? Neden daha evvel beni uyandırmadın?” deyince, İbad: “Ya Ammar! Taakatımın yeteceğini bilseydim, namazda başladığım Kehf suresini bitirmeden selam vermez ve seni de uyandırmazdım” dedikten sonra sözlerine şöyle devamla ediyor: “Vallahi Rasûlüllah’ın korumayı emrettiği bu boğazı korumayıp, kaybetmiş olmaktan ve Rasûlüllah ile kardeşlerime zarar vermekten korkmasa idim, namazı bozmayacak, seni de uyandırmayacaktım.” Şehadet getiriyor ve ruhunu teslim ediyor. (14)
Bir hadis-i şerif: “İmanın en faziletlesi sabırlı olmak ve güleryüzlü, iyi insan olmaktır.”
Bir başka hadis-i şerif de şöyledir: “Muhakkak ki sabır, öfkenin ilk bastığı andadır.”
Zira insan bir anda öfkelenip, bir talak (boş ol) kelimesiyle mes’ud ailesini-yuvasını, yine kızgınlık halinde söyleyeceği bir küfür kelimesiyle de Allah’ın evi olan kalbi yıkar, harabeye çevirebilir.
Bunun için Rasûlüllah Efendimiz öfkelenen insanın hemen abdest almasını tavsiye ediyor. Ve “Öfke ateştir, onu abdest suyuyla söndürün” diye emrediyor.
Öfkeli insan bu tavsiyeye uyarsa, bu müddet zarfında öfkesinin gelip geçtiğini görecektir.
* * *
SABRIN KARŞILIĞI HESAPSIZDIR
Cenab-ı Hak Kur’an’ı Kerim’inde sabredenlere hesapsız mükâfat va’d ederek şöyle buyur
uyor: “(Resulüm) söyle: Ey inanan kullarım! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Bu dünyada iyilik yapanlara iyilik vardır. Allah''ın (yarattığı) yeryüzü geniştir. Yalnız sabredenlere, mükafatları hesapsız verilecektir." (15)
Müfessirler, “bi gayri hisab”dan murad şudur diyor ve şu açıklamalarda bulunuyorlar: Sabredenlere Allah’ın vereceği nimet ve ecir, akıllara sığmaz ve bizim aklımız o mükâfatı kavrayamaz. Onun nev’inin-cinsinin ve miktarının ne olduğunu ancak Hz. Allah bilir, diyorlar.
Son devir dersiamlarından ve Nakşi yolu Müceddidin kolu silsilesinin 33. halkasını teşkil eden üstazım Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) hazretleri, “Bazı Ehlulullah ise bu ayete şöyle bir bâtıni mana vermişler ve buyurmuşlardır ki: Buradaki ‘ecir’ kelimesini ele alalım. ‘Elif’ten murat Allah’tır’, ‘Cim’den murat Cemâlullah: Allah’ın cemâli’, ‘Re’den murat: Ru’yetullah yani Allah’ın cemâlini görmektir. Ve o zaman mana şudur: Kim sabrederse, yarın mükâfat olarak Allahu Teala, cennetinde, ona bizzat cemâlini gösterecektir, demişlerdir.”
İşte bunun için Hz. Allah, “Sabredenlerin ecri hesapsızdır” buyuruyor. Çünkü insanların aklı bugün bunu almaz, anlayamaz.
* * *
SABIRLA ALAKALI BAZI KISA HADİSLER
“Muhakkak sabır dinin yarısıdır.”
“Sabır kurtuluşun anahtarıdır.”
“Sabır, cennetin anahtarıdır.”
“Sabreden mutlaka zafere erer.”
* * *
ASR-I SAADET’TEN GÜZEL BİR TABLO
“Bir gün Peygamberimiz 4 veziri (yardımcısı, yakın arkadaşları ile) toplandı ve Peygamberimiz onlara herkes dünyadan en çok sevdiğini söylesin buyurdu. Ve ilk sözü Peygamberimiz alarak şöyle buyurdu:
“Bana dünyanızdan 3 şey sevdirildi:
1. Temiz ve güzel olan her şey ve koku.
2. Hanımlar.
3. Namaz, ki o benim gözümün nuru kılındı.”
Dikkat: Ben dünyanızdan sevdim değil, bana (Allah tarafından) sevdirildi, buyuruyor.
Sonra Hz. Ebu Bekir söz alarak, “Bana da dünyadan 3 şey sevdirildi” diyor ve şöyle sıralıyor:
1. Senin yanında oturmak.
2. Senin mübarek yüzüne bakmak.
3. Bütün malımı Allah yolunda harcamak.
Sonra Hz. Ömer söz alıyor ve şöyle diyor: “Bana da dünyadan şu 3 şey sevdirildi:
1. İyiliği emretmek.
2. Kötülüğü önlemek.
3. Allah’ın emirlerini yerine getirmek.
Sonra Hz. Osman söz aldı: “Bana da dünyadan 3 şey sevdirildi ya Rasûlellah!” dedi.
1. Yemek yedirip, fakirlere ikram etmek.
2. Selamı yaymak.
3. İnsanlar uyurken, gece kalkıp namaz kılmak.
Sonra Hz. Ali, “Bana da dünyadan 3 şey sevdirildi ya Rasûlellah” dedi:
1. Misafire ve fakirlere ikramda bulunmak.
2. Sıcak yaz günlerinde oruç tutmak.
3. Senin önünde kılıncımla düşmanlarla harb etmek.
Bu anda Cebrail (a.s.) indi ve dedi ki: “Ya Rasûlellah! Bana da Allah dünyanızdan 3 şeyi sevdirdi:
1. Fakirleri yetimleri sevmek, korumak.
2. Emanetleri yerli yerine eda etmek.
3. Peygamberliği tebliğ etmek.
Bunun üzerine Cenab-ı Hak Peygamberi Muhammed Mustafa’ya (s.a.v.) şöyle vahy etti:
“Ya Muhammed! Ben de dünyanızdan 3 şeyi sevdim.
1. Sabreden bedeni (insan).
2. Zikreden dili.
3. Şükreden kalbi.
İşte bunun üzerine Peygamberimiz ellerini açıp şöyle dua etti: “Allah’ım! Muhakkak ben senden zikreden bir dil, sükreden bir kalp ve sabreden bir beden istiyorum." (16)
Sevgili Peygamberimiz buyuruyor ki: “Kıyamet günü dünyada belaya uğramış Allah’ın kulları huzura getirildiklerinde, onlar için ne amel defteri açılacak, ne mizan kurulacak, ne de sırattan geçirileceklerdir. Onların üzerine Allah’ın ecir ve mükâfatı akıtılmakla akıtılacaktır.”
* * *
NAMAZLA ALLAH’A İLTİCA
Peygamber Efendimiz, “Biriniz her hangi bir işte sıkıntıya düştüğünde temiz abdest alıp, iki rek’at namaz kılarak Allah’a iltica etsin” buyurmuşlardır.
Nitekim ceddimiz-dedemiz İbrahim (a.s.) Babil’den Şam’a hicret ederken, uğradıkları Babil şehrinin kolcuları (polisleri), hanımı Hz. Sariye’yi esir edip, meliklerine arz etmişler… Güzelliği karşısında hayran olan melikleri de, 3 defa Hz. Sariye’ye saldırmış. Perdeleri aradan kaldıran Hz. İbrahim, bu manzarayı görünce ve çaresiz kalınca namaz ile Rabbına iltica etmiş, her saldırıda zalimin eli kurumuş, hanımına tasalluta muvaffak olamamıştı.
Bunun İlahi bir mucize olduğunu anlamış, kendi cariyelerinden Hz. Hacer’i Hz. İbrahim’e hediye etmişti.
* * *
BEŞ ŞEYE SAHİP OLAN BEŞ ŞEYDEN MAHRUM OLMAZ
Hz. Ebu Hureyre (r.a) diyor ki: “Kime şu 5 şey nasip olursa, o kimse şu 5 şeyden mahrum olmaz:
1. Şükür: Kime ki, Allah’ın nimetlerine şükr etmek nasip olursa, mutlaka o kimse nimete daha çok mazhar olur. Çünkü Hz. Allah, “Hatırlayın ki Rabbiniz size: Celalim hakkı için, eğer şükredersiniz, elbette size ihsanınımı arttırırım. Ve eğer nankörlük ederseniz, bilin ki (o zaman) azabım çok şiddetlidir, diye bildirmişti.” (17)
2. Sabır: Kime ki musibete sabretmek nasip olursa, o kimseye mutlaka sevap ve mükâfat vacip olur. Zira Hz. Allah, “Muhakkak sabredenlere hesapsız mükâfat verilecektir” va’dinde bulunmuştur. (18)
3. Tevbe: Kime ki tevbe ve günahlardan pişman olup, Allah’a yönelme ve ona niyaz etme nasip olursa, ona da afv ve mağfiret nasip olur. Zira Hz. Allah, “Kullarının tevbesini kabul eden O’dur. O günahlarınızı afv eder ve her ne yaparsanız bilir” buyuruyor. (19)
4. Dua ve iltica: Her kime ki, Allah’a ihlâsla dua edip yalvarmak ve iltica etmek nasip olursa, o da er veya geç isabetten, icabetten, mahrum kalmaz. Arzusuna ulaşır. Zira Hz. Allah, “Rabbınız buyurdu: Bana dua edin, duanızı kabul edeyim. Çünkü bana ibadeti bırakıp büyüklük taslayanlar aşağılanarak cehenneme gireceklerdir.“ (20)
5. İnfak: Kime muhtaçlara yardım etmek nasip olursa, o kimse mutlaka ve en kısa zamanda Allah’tan karşılığını görür. Asla mahrum kalmaz, zira Hz. Allah buyurdu ki: “(Habibim) de ki: Rabbim, kullarından dilediğine bol rızık verir ve (dilediğinden de) kısar. Siz hayıra ne harcarsanız, Allah onun yerine başkasını verir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (21)
* * *
Velhasıl, duada sözünü, nazını-niyazını geçirmek için tıpkı oyuncak isteyen ve oyuncakçının önünden isteği alınmadıkça ayrılmayan ve gözyaşı döküp ağlayan çocuğumuz gibi, Allah huzurunda gözyaşı dökmeliyiz.
Veya aç kalan kedinin, mutfakta yemek pişiren kadının ayaklarına yüzünü-gözünü sürüp miyavlayarak yalvarması gibi yalvarmalıyız.
Dua ile dilekçeyi yazmalı; ama o dilekçenin mührünün namaz, secde, gözyaşı olduğu asla unutulmamalıdır. (22)
KAYNAKLAR
(1) Bakara suresi, 153.
(2) Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Kitabevi, İstanbul, 1971, 1, 544-46.
(3) Bakara suresi, 45.
(4) Ramuzu’l-Ehadis, S. 357.
(5) Enfal suresi, 9; Buhari ve Müslim’den.
(6) Menakıb-i Cihar-i Yar-i Güzin, Hz. Ömer Bölümü.
(7) Buhari, Sahih, Cuma 8; Müslim, Sahih, Tahare, 2; Ebû Davud, Sünen, Tahare 25; Tirmizi, Sünen, Tahare, 18.
(8) Tirmizi, Sünen, Nikâh, 1; İmam Ahmed, Müsned, 5, 421.
(9) Buhari, Sahih, Savm, 27; Nesai, Sünen, Tahare, 4.
(10) İmam Ahmad, Müsned, 6, 272.
(11) İbn Mace, Sünen, Tahare, 7; Müsned, 5, 263.
(12) İsra suresi, 109.
(13) Rum suresi, 47.
(14) İslâm Tarihi, M. Asım Köksal, 4, 126.
(15) Zümer suresi, 10.
(16) Nesaihu’l-İbad isimli eserden.
(17) İbrahim suresi, 7.
(18) Zümer suresi, 10.
(19) Şura suresi, 25.
(20) Mü’min suresi, 60.
(21) Sebe’ suresi, 39; Tenbihu’l-Gafilin Tercümesi, C. 2, S. 599.
(22) el-Mevaizu’l-Mu’tebere, min Ayati’l-Mükerreme.
HALİS ECE
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.