Şeyh Said Olayı ve Perde Arkası |
Doğu Anadolu’da 13 Şubat-15 Nisan 1925 târihleri arasında merkezî idâreye karşı ortaya çıkan muhâlefet hareketi.
Cumhûriyetin ilk yıllarında uygulanan politikalar, Anadolu’nun değişik yerlerinde olduğu gibi, Doğu Anadolu’da da çeşitli muhâlefet hareketlerine sebep oldu. Bu hareketlerden birisi de Diyarbakır’ın Eğil ilçesine bağlı Piran köyünde başlayıp bölgeye yayılan harekettir. Bu hareketin ortaya çıkışını Van eski Milletvekili İbrâhim Arvas Bey hâtıratında şöyle bildirmektedir: “Recep Peker’in Dâhiliye Vekilliği (İçişleri Bakanlığı) zamânındaki isyânın sebeb-i hakîkisi şuydu: Şeyh Saîd’in evinde düğüne dâvetli kalabalık bir grup vardı. On beş kişilik bir müfreze, bir küçük zâbit kumandasında, mahkeme tarafından istenilen bâzı adamları köylerinde aramışlar, hepsinin de Şeyh Saîd’in düğününde olduklarını öğrenmişlerdi. Ve doğru Şeyh Saîd’in evine gelerek müttehim (aranan) adamları istemişlerdi. Şeyh Saîd bunlara hitâben:
“Siz iki-üç gün benim misâfirim kalınız. Bu kalabalık dağıldıktan sonra bunları o zaman size teslim ederim; alıp götürün. Şimdi yedi-sekiz yüz silâhlı insan topluluğu var. Hepsi de birbirlerinin akrabâlarıdır. Siz bunları zorla götürmeye kalktınız mı, korkarım ki bir çatışma olur ve nâhoş bir netice verir. Sizden istirham ederim üç gün sabırlı olun, arzunuz tamâmen yerine gelir der. Küçük zâbit; “Hayır! Ben emir aldım. Bunları götüreceğim ve beklemem” diyerek neferlerle berâber onların bulunduğu yere gider: “Haydi, düşün önüme. Gideceğiz. Mahkeme sizi istiyor” der. Onlar da; “Düğün bitsin, sonra geliriz. Düğünü yarıda bırakmak ayıp olur” derler. Münâkaşa, sonunda müsâdemeye döner, silâhlar patlar, her iki taraftan da iki ölü ve yaralı olur. Kendi evinde asker ve zâbit vuruldu diye, Şeyh Saîd telâşa düşer ve yüksek dağ başındaki köyüne çekilir. Bu sefer Şeyh Saîd’i götürmeye gelen kuvvetle Şeyh Saîd’in adamları arasında müsâdeme başlar, ölü ve yaralananlar olur. Derken iş büyür ve isyan bu sûretle başlamış olur. Lâkin Şeyh Saîd Olayı hiçbir zaman Şark illerimize sirâyet etmedi. Ancak Çapakçur kazâsı bütün köyleriyle berâber Şeyh Saîd’e iltihak etti.”
İlk önce dar bir çevrede ortaya çıkan muhâlefet hareketine karşı alınacak tedbirler Bakanlar Kurulunda görüşüldü. Başbakan ve İçişleri Bakan Vekili Ali Fethi (Okyar) Bey, hareketin dar bir çevrede olduğunu ve telaşa kapılınmamasını söyledi. Hükümetteki karşı grup ise hareketin geniş çaplı olduğunu, bu harekete karşı geniş tedbirler alınması gerektiğini savundular.
Târihî Hakikatler adlı kitapta Ali Fethi Beyin Başbakan ve İçişleri Bakan Vekili olarak şunları söylediği bildiriliyor: “Bütün Şark illerinin vâlilerine, jandarma alay kumandanlarına ve polis müdürlerine şifreyle isyânın oralarda olup olmadığını sordum. Aldığım cevapların hepsi bu isyânın hiçbir vilâyet, kazâ ve köylerinde emmâresi ve âsârı (eserleri) bulunmadığı mâhiyetindedir. Bu isyan yalnız ve yalnız Şeyh Saîd ile Çapakçur halkının isyânıdır. Çukurova’dan on sınıf ihtiyatı silâh altına çağırdım. Bunları Çapakçur’a sevk eder ve âsileri tedîb ederiz. Binâenaleyh ben Allah’a, târihe ve millete karşı elimi haksız kana boyayamam. Seve seve başvekaletten çekilirim.”
Ali Fethi Bey’in konuşmasından sonra söz alan İsmet (İnönü) Paşa ise; “Bu isyan âmdır, şâmildir ve müretteptir (umûmidir ve tertiplenmiştir). Yâni bütün şark vilâyetlerinin ileri gelen halkı hep bir araya toplanmış, müzâkere etmiş, bu isyana karar vermiş, öylece meydana getirmişlerdir. Binâenaleyh beni iktidâra getirirseniz ben İstiklâl Mahkemeleriyle Dîvân-ı Harb-i Örfîleri (sıkıyönetim mahkemelerini) kurar asar, keser ve sürerim” dedi.”
Konuşmalar ve tartışmalardan sonra Ali Fethi Okyar hükûmeti, Cumhûriyet Halk Fırkası grubunda yapılan güven oylaması neticesinde düştü. Yeni hükümeti İsmet İnönü kurdu. İsmet İnönü hükümetinin isteği doğrultusunda hazırlanan ve TBMM’den geçen 4 Mart 1341 (1925) târih ve 589 nolu Takrir-i Sükûn kânunuyla Şeyh Saîd ve arkadaşları üzerine gidildi. Alınan tedbirlerin uygulanması sırasında hareket giderek yaygınlaştı. Hareketle ilgili yayınlara konan yasak daha sonra başka tedbirleri de içine alacak şekilde genişletildi. Ankara ve Diyarbakır’da İstiklâl Mahkemeleri kuruldu. Bu sırada Diyarbakır’ı kuşatma altına alan Şeyh Saîd kuvvetleri, şehirdeki savunmayı kıramayınca geri çekilmeye başladı. Geniş çaplı bir askerî harekâtın neticesinde güç duruma düşen Şeyh Saîd kuvvetleri sıkıştırıldı. Harekette lider durumunda bulunan kimseler Solhan ve Palu’da yakalandılar. Şeyh Saîd de Varto yakınlarında Çarpuh köprüsünde ele geçirildi (15 Nisan 1925). Hareketle ilgisi olduğu iddia edilen bâzı gazete ve dergiler kapatıldı. Bunlar Tevhid-i Efkâr, İstiklâl, Son Telgraf, Sayfa gazeteleriyle Sebîlürreşad ve Aydınlık dergileriydi. Bir müddet sonra bâzı gazeteciler de olayla ilgili görülüp tutuklandılar. Velîd Ebüzziya, Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu, Eşref Edib, Sadri Edhem, Ahmed Emin Yalman, Subhi Nuri İleri, Ahmed Şükrü Esmer, İsmâil Müştak Mayakon, Abdülkadir Kemali Öğütçü bunlar arasındaydı. Diyarbakır’da kurulan Şark İstiklâl Mahkemesi tarafından kısa süren yargılamalardan sonra Şeyh Saîd ile birlikte, ayaklanmayla ilgili olduğu bildirilen 47 kişi ölüm cezâsına çarptırıldı. Hüküm Diyarbakır’ın Siverek kapısında 29 Haziran 1925’te yerine getirildi.
Şeyh Saîd Olayı dolayısıyla çıkarılan Takrir-i Sükûn Kânunu’na dayanılarak, Cumhûriyet döneminde kurulan ilk muhâlefet partisi Terakkiperver Cumhûriyet Fırkası da 3 Haziran 1925’te kapatıldı. Böylece çok partili hayâta geçiş yönünde atılan adımlar kesintiye uğradı.
Metin Toker, Seyh Saîd ve İsyânı adlı eserinde diyor ki: “Tanin’de Hüseyin Cahid Yalçın, Tevhidi Efkâr’da Velid Ebüzziyya, Vatan’da Ahmed Emin Yalman ve Sebîlürreşad’da Eşref Edib Ankara’nın idâreci kadrosunu küçümsüyor, onlarla alay ediyor, onlara hakâretler yağdırıyorlardı. Askerlerin işi bitmişti. Onların mesleği harp etmekti. Harp etmişlerdi. Şimdi memleketin idâresini tekrar sivillere bırakmaları lâzımdı. Kendilerinin sivil hayâta geçmeleri mânâ taşımıyordu. Memleketin bu görev için “yetişkin aydınlar”ı vardı.
Halbuki, Ankara’da kumanda mekanizmasının başına geçmiş olanlar, Gâzi Paşa dâhil, hiç de böyle bir niyetin sâhibi değildiler. Aksine, düşündükleri devrimi bizzat yapmak kararındaydılar ve karşılarında bulunanların bunu engellemek sevdâsında olduklarını biliyorlardı. Bu, bir iktidar mücâdelesiydi. Gâzi ve ekibi savaş sahalarında istilâcı kuvvetleri yendikten sonra, şimdi de memleketin idâresini ellerinden kapmak isteyenleri yenmeleri gerektiğini görüyorlardı. Radikal takımın, bu savaşın da öteki savaşın metodlarıyla verilmesini istemesi, iki mücâdeleyi aynı çetinlikte görmesinden doğuyordu.
Şeyh Saîd’in Piran’da zamansız attığı kurşun, Ankara’daki “Gâzi Ekibi” için, karşı tarafı, karşı taraf tam hazırlığını henüz yapmamışken ezmenin fırsatını teşkil edecekti.” (Sayfa: 25-26)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.